29 Aralık 2014 Pazartesi

Atıkların Oluşturduğu Birikintiler

Biraz deniz esintisi, biraz yağmur, biraz çürümüş yosun kokusu... Ah beyefendi! Siz İstanbulsunuz. Kaçamazsınız İstanbul'dan. Kaçamazsınız Ha-liçten ha kendinizden. Yok mu sizin de yarım kalan aşklarınız? Yok mu sizinde hayatınızdan kalan atıklar hiç? Bir eski en yakın arkadaş, bir eski sevgili, birkaç eski kıyafet, özlenen birkaç eski şehir... Uğruna şiirler yazdığınız biri yok mu yoksa?! Uğruna şiirler, bloguna şarkılar yazılmış insanım ben. Ha ha! Yalnızlıklarınızı, pişmanlıklarınızı toplayın ve bu gece yağmurun en çok ıslattığı yerde buluşun benimle! Sayın seyirciler, kumpanyama hoş geldiniz! Bu yıla bomba gibi bir başlangıç yapmak için bomba gibi bitiriş yapmak gerekmez mi? Ah be beyefendi! Bir insanı uzaktan sevmek. Uzaktan sevdikçe ondan uzaklaşmak. Dokunmadan, görmeden, hissetmeden sevmek birini. Ama kimi? Hayır, bu kez tozların eskittiği bir sayfada gizli değil aşk. Burası benim kumpanyam! Sessizlik ve biraz huzur! Karşınızda Sessiz Çığlıklar Kumpanyasının Sahibesi! 


"Çıkma bu havada ya üşürsün." İnanılmaz! Onu düşünen biri vardı nihayet. Ne yazık ki bu ses bir yabancıdan ötesi değildi. Öyle bir mevsim var ki dışarıda, sadece ağaçların altındaysanız yağmur yağıyordu. O ise devamlı şemsiyesini yanında taşımaktan sıkılmıştı artık. Evden çıktığında yağmur duruyordu her defasında. Ne fark ederdi ki? Yağmura yaptığı bu ihanetin sonucu olarak tabii ki taşıyacaktı şemsiyesini elinde. Bu belirsizlik, bu kimsesizlik canını acıtıyordu artık. Etrafına baktığında yağmurdan başka kimsesinin olmadığını görünce içi parçalanıyordu. Geceleri sessizce ağladığında anlıyordu bunu. Hayatı geçip giderken bir avuç kum tanesini avuçlamışcasına, fark edememişti hayatın onda bıraktığı artıkları. Şimdi o artıklar birleşmiş okyanus olmuştu. Ve okyanusta boğulmak en tehlikeli şeydi. Özlemişti. Geçmişini. Eski hayatını belki. Eski arkadaşlarını, eski arkadaşlıklarını, eski sevgililerini belki de. Kim bilir belki de özlemişti sadece geçmişini. Hayat, o hiçbir şey yapmasa bile geçip gidiyordu işte. Hayat, o farkında olmasa geçip gidiyordu işte. Ah ne zordu bir arkadaşı özlemek! Onunla beraber çıkıp çıkıp gezmeyi, delilikler yapıp gülmeyi, hiçbir şeye gerek kalmadan sadece bakışıp anlaşabilmeyi ne kadar çok özlemişti. Şimdi ise bir yabancı gelmiş ona "Üşüme" diyordu. Neden başka birisi düşünmüyordu onu? Neden değer verdiği biri düşünmüyordu da yabancı biri düşünüyordu onu? Ve neden sızıyordu "kırılgan gözyaşları çatlak göz kapakları"ndan. Özlemişti. Hayatının eskisi gibi olmasını istese de her bir kum tanesi çoktan uçsuz bucaksız bu sahile karışmıştı bile. "Üşümem, teşekkür ederim." dedikten sonra sessizce iş yerinin terasına çıktı. İşte deniz orada duruyordu. Yalnızdı belki o da. Kimsesizdi. Hiç şikayet etmiş miydi onu terk eden mehtaba? Hiç şikayet etmiş miydi üzerinden her gün gelip geçen onlarca gemiye? Kumsala vururken dalgalarını özür dilemiş miydi? Acıtmış mıydı birinin canını? Peki deniz, sevmiş miydi gerçekten mehtabı? Sadece alışkanlıktı onunki. Geçmişte olan şeyler, hep birer alışkanlıktı. Nasıl ki mehtabın denize duyduğu sevgi alışkanlıktan ibaretse, onun da geçmişine duyduğu hasret bir alışkanlıktı. İşte şuracıkta atıyordu kalbi. Bir adım atıp aşağıya atlasa atmayacaktı artık kalbi. Hayat bu kadar basitti işte. Sevebilecek kadar uzun, yaşamayacak kadar kısa. Yağmurun yüzüne çarptığını hissetti. Bir adım daha attı. Duyguları, çığlıkları yankılandı gökyüzünde. Yine o sesi duydu. Yine o yabancının sesini. "Dikkat et ."