30 Haziran 2013 Pazar

Sevgisiz Meleklerin Arzuları

Selam 


İnsanlar vardır yeri geldiğinde bencil. Yeri geldiğinde avuç içi kadar mutlu. Yeri geldiğinde mutsuz. Yeri geldiğinde sevecen. Yeri geldiğinde öfkeli. Ve heran mutsuz insanlar vardır. Dünya üzerinde bilmem kaç milyon insan var. Hepsini canı cehenneme. Ve biz yaşadıkça yeni üreyen insan türleri var birkaçını sayalım : Aşk acısı çekenler, ergenlerimiz, erken ergenlerimiz, ergen olan büyüklerimiz, sevgisiz meleklerimiz, sevgili şeytanlarımız, herkesin her derdini dinleyip kendininkine çare bulamayan zavallılarımız, eski sevgililerimiz, yeni sevgililerimiz, eski sevgililerimizin yeni sevgilileri, uyuşuklar, aceleciler, tikilerimiz, pampişlerimiz, belieberlarımız, directionerlarımız, aptallarımız, akıllılarımız ve böyle böyle sıralayabileceklerimizin yüzlercesi. Binlerce dansöz var. Ha ha ! Aslında ben değilim bu blogtaki. Benim içimdekiler. Bunu hep söylüyorum. Ama şöyle yapalım mı bu sefer ben olayım tamamen. Sonra tekrar içimdekine dönerim ama. O küçük şeytanıma ihanet edemem. Bundan hoşlanmayacaktır. Ben seni seviyorum. Bunda bir şey aramana gerek yok. Ben senden nefret ediyorum. Bomboş bir nedeni yok. Nedensizce sevdiğime inanıyorsun da nefretime niye inanmıyorsun ? Haklısın uzatmayalım. Kendine iyi bak. Bu kadar basit ayrılık. Hadi birtanem öptüm seni kocaman :*



En Sevdiğim Şiirim : Hissettim


Bir sigara dumanında hissettim yalnızlığı, 

Hemen dağıldı ve havaya karıştı. 


Bir şarkı çalıyordu şu eski radyoda

Adı önemsiz, tarzı sevimsiz. 
Gözyaşlarım ağlıyordu bu arada
Sen, sen artık gidiyordun, 
Ama, ama kalıyordun, 
Bavuluna sığdıramadığın anıların, sesin, rengin, gözlerin...
Kalıyordu bak, 
Ardından ettiğim küfürlerim, sövdüğüm cümlelerin.
Ben, ben bakakalmıştım oysaki ardından, 
Gözyaşlarım yetişmeye çalışırken sana. 
Ve ben, 
Neredeyim, kiminleyim, neyim önemi yok, 
Çünkü artık bana bakan gözlerin yok. 
Sen gidiyorsun,
Sen gülüyorsun,
Sen ölüyorsun. 
Ben dönüyorum yine sevdiklerime, 
Ben ihanet ediyorum söylediklerime, 
Ben gidiyorum gecelerime...
Ve her gün ben ölüyorum
Gizlice,
Sessizce
Ve gereğince...

Bir çello sesinde hissettim ölümü,

İlk önce kulağımı tırmaladı sonra ruhuma karıştı 

Uzun zaman önce karalanmış bir şey. Ne bileyim işte okuyunca seviyorum birazcık daha. Bir iki yeri üzerinde ufak ufak değişimler yapıyorum. Küçük sihirsiz dokunuşlar. Hiç bu kadar sevilmemiştim. 


Platonik 

Ben bayan platonik. Sevmeyi beceremeyen, eline yüzüne bulaştıran platonik aşklar kraliçesi. Ben alışkın değilim bu kadar çok sevilmeye. Ben sevilmeye alışık değilim sevmeye de. Doğru zamanı, doğru kişiyi, doğru yeri, doğru Benayı bekliyorum. Hoş ben "ay"ı sevmiyorum. Bunu biliyor olmalısın.


Ben 

Aaa affedersin benim adım Benay. Sahi ya sormayı unuttum bugün nasılsın ? Herhangi bir derdin, sıkıntın, beni derinden etkileyecek bir olayın, ailevi bir sorunun, sevgilinle sıkıntın, sevgin, nefretin var mı ? Aaa demek var. Süper o zaman. Hadi beraber öldürelim beni. "Hayır, demeyi öğrendiğimde çok güzel şeyler olacak. "Yok yok sana demedin şeytanla konuşuyorum. Devam et lütfen. Bütün dertlerini anlat bana. Örümceksiz Dede Türbesiydim ben de. Açtım kollarımı seni bekliyorum.


Hey 


"Bütün erkekler aynı." diye klasik bir kız atasözü vardır. Yanlış olmuş o. Bütün insanlar aynı. Senle beni farklı kılan bir tek şey göster bana. 

27 Haziran 2013 Perşembe

Sevgili Şeytanın Sevgisiz Kulu


Bu yazım senin için. Sevgili bordo sever :)) 


Uyandı. Yılların sarhoşluğu vardı üzerinde. Zaman onu yormuştu. Kısa sürede attı bunu üzerinden. Şık bir şekilde sokağa çıktı. Bahçeli evinden çıkarken gayet hoş görünüyordu. Ayağındaki ince topuklu yüksek topuklu ayakkabıları, üzerine giydiğin diz hizasındaki siyah yarım kollu bir elbiseyle tam bir hanımefendi gibi görünüyordu. Bu küçük mahalle de herkes birbirini tanıyordu. Onu da tanımayan yoktu. Heran güler yüzlü ve kibar bir kızı kim tanımazdı ki. Ama bilmedikleri bir şey vardı...Onun içindekiler. Onun içindeki küçük ama masum o şeytan. Bahçesini terk ederken " Umarım o zibidiyle karşılaşmam . " diye içinden geçirdi. Haklıydı. Çünkü haksızlığa uğramıştı. Kimdi bu zibidi ? Anlamı kalır mıydı onun adını bilseydi ? Adımlarını hızlandırarak durağa doğru ilerledi. Servisinin hep beklediği o durağa... Durağa vardığında yine aynı kişiler yüzlerinde aynı ifadeyle ya otobüs ya da onun gibi işine götürmesi için servis bekliyordu. Kısa süre sonra servisi geldi. "Günaydın !" dedi o umut verici sesiyle. Bir koltuğa oturdu. Çok geçmeden o meşhur not kağıdını ve kalemini çıkardı ve yine bir şeyler not etmeye başladı. Çoğu insan bu not defteri ve kalemin ne olduğunu merak ederdi. O, ise kim sorarsa sorsun "Hiç, önemsiz bir şey. unutmamak için not aldığım birkaç şey." diyerek geçiştirirdi. Önemsiz mi ? Ha ha ?! "Hayatının özeti" orada yazıyordu o küçücük not defterinde. İş yerine varana kadar not etmeye devam etti. Kulağında kulaklıkları ve dinlediği huzur verici "Yann Tiersen" müzikleri... Yazmak onun için bir bağımlılık haline gelmişti boş duramıyordu. Nereye olduğu hiç fark etmezdi. Kimi zaman telefonuna not alır, kimi zaman direkt yazar kimi zaman da bilgisayarına yazardı. Servis yavaşladı. Artık iş yerine varmıştı. Binadan içeriye girdi ve sekizinci kattaki odasına çıktı. Odası, siyah mobilyalarla döşenmiş, dört duvardan birisi tamamen tavandan yere doğru uzanan camla kaplıydı ve camlardan denizi görebiliyordu. Görmekle kalmayıp hissediyordu. Kıyaya çarpan dalgaları, sonra durulup hafif hafif dalgaların kıyıyı okşayışını hissedebiliyordu. Bu yüzden seviyordu odasını. Duvarları uçuk kaçık bir griydi. Mobilyalarını boğmayacak şekilde bir gri. Orta büyüklükte, üzeri camdan bir masası, masasının önünde insanların oturması için iki siyah tekli koltuk vardı. Hergün sırtı denize dönük çalışmak onu rahatsız etse de kapıdan içeriye girenleri arkası dönük karşılayamazdı. Yanında kalan iki duvarının birinde duvarı tamamıyla kaplayan bir kitaplık vardı. Bu kitaplığın karşısındaki duvarda ise sunum yapabilmesi için yine duvarı tamamıyla kaplayan bir perde vardı. Çalışma masasına oturdu ve laptopunu açtı. Not defterini de çıkararak bir şeyler yazmaya başladı. Birandan bilgisayarına bir şeyler geçirirken bir yandan da not defterine eklemeler yapıyor, beğenmediği yerleri çiziyordu. Beş dakika süren bu kısa işten sonra asıl işine geçti. Masasında yığınla mavi klasik iş dosyalarından vardı. Hepsini bilgisayara geçiriyordu. Bütün işi buydu. Siyah kalın çerçeveli gözlüklerini de takıp bütün gün bu işi yapıyordu. Mutluydu. Çünkü yorucu bir işi yoktu. Ve bu işi kendi isteyerek girmişti. Günde belirli bir miktarda girmesi gereken kayıt vardı. Onları geçirdiğinde işi tamamlanıyordu. Geçirdiği şeyler genç kafalardan çıkan tazecik yazılardı. Bunları bilgisayara geçirip gerekli birimlere yolluyordu. Beğenilenler gerekirse tekrar görüşmeye çağrılıp yazar olma yolundaki ilk adımları atılıyordu. Onun işi de buydu işte. Genç kafaların yazdıklarını dosyalardan bilgisayara geçirmek ya da bellekte bulunanları düzenlemek. Gündelik dosya sayısını bitirince arkasını dönüp saatlerce denizi seyrediyordu. Çoğu zamanda yazıyordu. Mesai saati bitince de servisine binip evine gidiyordu. Bazen çok geç bazense saat altıda evde olurdu. Geç geldiğinde genelde yorgun olduğu için uyurdu. Erken geldiği zamanlarda filmler seyreder, müzik diner ve kimi zaman alış verişe çıkardı. Yalnız yaşadığı için kendine bol bol vakit ayırabiliyordu. Annesi ve babası o daha üç yaşındayken bir trafik kazasında hayata veda etmişlerdi. Bunu her düşündüğünde bu ölümün kulağa ne kadar klasik geldiğini düşünmeden edemezdi. Çocukluğu yalnız geçmişti. Onu büyüten dayısının ve yengesinin bir tane çocuğu vardı ve hayatı boyunca bu "salak" çocukla hiç anlaşamamıştı. Üniversiteyi kazanır kazanmaz buraya taşınmıştı. Ve artık kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadın olmuştu. İki yıldır beraber olduğu fakat küçük sebeplerden dolayı anlaşamadığı bir sevgilisi vardı. Ve iki ay önce de ondan ayrılmıştı. Bunu fazla dert etmemişti. Hayatında bir eksilmiş gözüyle bakmıyordu. Aslında hep hayalini kurduğu yüksek lisans için eline iyi bir fırsat geçmişti çünkü artık düşünmesi gereken çok şey yoktu. 


                                     
Yine eve erken geldiği günlerden biriydi. çok mutluydu (!). Gülen insanlar mutludur öyle değil mi ? Gülmeyi kendiyle kalıplaştırmıştı. Çünkü ne olursa olsun ağlamaktan  daha iyi hissettirdiği kesindi. Yatak odasına gitti. Birkaç saat boyunca kitap okudu. Daha sonra uzandı ve yatağına karşı bakan televizyonuna güzel bir aşk filmi takıp seyretmeye başladı. Uyumasına yakın bir telefonu çaldı. Açtığında en yakın arkadaşı çok acil ona ihtiyacı olduğunu konuşmaları gerektiğini söyledi. "Aah lanet olsun. Yeter artık ! Milletin dertlerinden kendiminkileri çözmeye vakit bulamıyorum !" diye düşünürken arkadaşına " Tamam bizim eve yakın mısın ? Hemen gel kahve de yaparım uzun uzun konuşuruz. İstersen de gece bizde kalırsın." dedi. Arkadaşı ona minnettar olduğunu söyleyerek telefonu kapattı. Yaklaşık yarım saat sonra arkadaşı geldi. Onun da dertlerini dinledi. Uzun uzun sohbet ettiler. Gece olduğunda salondaki kanepeyi arkadaşı için hazırladı ve çok geçmeden ikisi de uyudu. Sabah olduğunda arkadaşı çok teşekkür ettiğini söyleyen bir notu kapıya bırakarak erkenden işe gitmişti. Üzerindeki pijamalarını ve pofuduk terlikleriyle mutfağa doğru ilerleyip kendine bir kahve yaptı. Patronunu arayıp bugün yorgun olduğunu ve biraz hastalandığını söyleyerek işe gelemeyeceğini söyledi. Yalandı. Canı istemiyordu hepsi bu. Kahvesini yarıda bırakarak öğlene kadar uyudu. Bu uyku uzun zamandır ihtiyacı olan şeydi. Üstüne eşofmanlarını geçirip yakındaki markete gidip birkaç kutu bira aldı. Uzun çok uzun zamandır bu aptal şeyi eline bile almamıştı. Lise hayatı boyunca uyuşturucu ve alkol tedavisi görmüştü. İşe yaramıştı ve o zamandır iki illeti de bedenine sokmamıştı. Artık dayanamıyordu. Mutlu olmaktan sıkılmıştı. 
Eve vardığında ilk iş istifa ettiğini bildiren bir mail atmak oldu. Pişman olacak mıydı ? Belki de ama umrunda bile değildi. İstifa süresi aşamalı olacaktı. Onaylanır diye dua edip durdu. Bunu kafasına takmak istemiyordu. Telefonuna sarıldı. Liseden tanıdığı bir arkadaşını numarasını rehberinden buldu ve aradı. Telefondaki ses "Oooo kimler arıyor böyle ? Sen bizim numaramızı bilir miydin ?" diyerek bir kahkaha attı. "Uzatma ! Mal istiyorum hemen !" diye karşılığını aldı. Karşıdaki ses "Ne bu acelecilik ? Ha ha ! Bakıyorum tedavi işe yaramamış ! Parana yazık be! Salak ! " dedi hafif alaycı bir tavırda. İyice sinirlenerek "Malın var mı yok mu onu söyle ?!" dedi birasının ağzını açarken. "Tamam be tamam. Yeni gelen çok iyi bir tane var elimde. Uçuruyor insanı. Gönderiyorum çocukla. Bahçedeki posta kutusuna bırakır. Yalnız pahalıya patlar. İyi bir para bırak unutmamışsındır herhalde iyi para ne kötü para ne ? Ha ha ! ". "Anladık merak etme. İstediğini alırsın." diye karşılık verdi birasından bir yudum alarak. Camın önündeki koltuğa geçerek gelen giden var mı diye bakmaya başladı. Tabii ilk başta gidip yüklü bir parayı posta kutusuna bıraktı. 20-22 yaşlarındaki bir çocuk posta kutusundan parayı alıp bir şey bıraktı. "Nihayet !" deyip gidip hemen post kutusundaki malı aldı. Eve girdi sehpanın üzerine döktü ve yöntemini de ayarlayıp geceye kadar toz çekti ve evde ne kadar süs olarak duran içki varsa içti. Uzun zamandır bu kadar iyi hissetmemişti. Mutlu olduğunu hissediyordu. Hiçbir şey düşünmüyordu. Adeta bulutların üzerinde uçuyordu. Kendi dertleri ve dinlemesi gereken milyonlarca dert yoktu. Ah, evet mutluydu. Ama bu tür mutluluğa bedeni yenik düşmüştü. En azından kötü geçen bu hayatına mutlu olduğunu sanarak veda etmişti. 

13 Haziran 2013 Perşembe

Bir Adam Bir Silah


Sen ! Belki bunu okursun ? 





"Hiç beğenmedim." diyerek kitabı masaya doğru fırlattı. Bu nasıl olurdu ? Nasıl birisi onun yazdıklarını beğenmezdi. Yıllardır yazıyordu belki de ilk defa böyle bir tepkiyle karşılaşmıştı. Yerinden doğrulup kaçmak istedi oradan. Ama yapmazdı. Bu görüşmeyi ayarlayana kadar canı çıkmıştı. Kendi kendini sakinleştirdi. Ve karşısındaki bir şey bilmediğini düşünen adamın uyduracağı laflara kulak verdi. "İğrenç yazıyorsun. Hiç beğenmedim. Bu saçmalıklardan daha var mı ? Hepsini okuyup tek tek alay etmek istiyorum." dedi. Hiç sinirlenmeden "Teşekkür ederim, evet bu saçmalıklardan yığınla var. Ama size bunları getiremem." dedi. Bu tepkiyle karşılaşmayı beklemeyen adam şaşkınlıkla genç adamın suratına bakakalmıştı. Adam "Nedenmiş o çok mu değerliler yoksa ?" dedi alaycı bir tavırla. Genç adam yerinden doğruldu. Oturdukları o uzun, beyaz, yabancı dizilerdekileri aratmayan masaya ellerini koydu ve omuzlarını hafifçe öne doğru çıkararak konuşmaya başladı. "Biliyorum, seviyorsun. Okudukça okumak istiyorsun. Hatta daha fazlasını istiyorsun. Ama sana istediğini veremem. Sen bunlara çirkin dedin diye yazmayı bırakacağımı falan mı sandın yoksa ? Ha ha ! Çok yanıldınız sevgili idolüm." Çantasından birkaç kitap çıkartıp masaya fırlattı ve devam etti. "Ben de bunların hiçbirini beğenmedim. Son zamanlarda işinizin bokunu çıkardınız efendim. Ben de bunları beğenmedim. Hadi ! Yazmayı bırakın ! Bırakamazsınız. Üstelik ben sizin idolünüz, örnek aldığınız biri bile değilken canınız ne kadar acıdı değil mi az önce. Az önceki acımı tahmin edebilmişsinizdir umarım." Adam öylece donakalmış ve gence bakıyordu. Genç ise bütün soğuk kanlılığını koruyarak kaldığı yerden devam etti. "Şunu rahatça söyleyebilirim ki sizi örnek almak yaptığım en saçma şeydi." Adam biranlık bir duraksamadan sonra telefonuna sarıldı ve asistanına "Yarın ne var ne yoksa iptal et daha mühim meseleler var. Kes sesini yarın ne kadar yoğun olduğumu biliyorum ne diyorsam onu yap !" dedi. Ona bakan ve karşısındakinin zekasını hemen kavratan bir çift göze baktı öylece. "Sen ! Konuşacağımız çok şey var evlat. Sabah dokuzda burada ol. Bir dakika gecikirsen hayatının şansını kaçırırsın ona göre." diyerek kendi üstünlüğünü ispatlamaya çalışırken, genç iki saniyelik bir duraksamadan sonra "Ben hayatımın şansını kaybedeli çok oluyor. Yarın beni buraya getirmek için çok daha iyi bir bahane bulmanız gerek." dedikten sonra kapıya yöneldi. O sırada adam "Dur ! Yarın gel çünkü yalnız ölmeyi hak etmiyorsun." diyerek genci durdurmayı başardı. Genç alaycı bir bakışla kapıyı açtı ve dışarı çıktı. 
"Tüm bu olanlar gerçek mi ? Ah tanrım ! Ben az önce ne yaptım ? Oysa ki uslu çocuğu oynayacaktım. Ha ha ! Üstadıma baş kaldırdım. Sistemin kölesi olma. Köle olanlara uyma. Farkını koy. Tarzını yarat. Kim köle kim değil gör." aklından geçenleri durduramıyordu. Adam ise elini başına koyarak o uzun ve beyaz masada neye uğradığını şaşırmış bir vaziyette kalakalmıştı. Ertesi gün genç yazar saat tam dokuzu bir geçe adamın ofisine gelmişti. Adam "Saat ?" ,der demez "Bir geçiyor biliyoruz ibne." diye karşılığı almış ve öfkesinden renk değiştirmişti . Genç çantasından, ucunda bir susturucu olan silahını çıkardı ve adama doğrulttu. Adam iyice şaşkınlık içindeydi ve "Neler oluyor ? " bile diyemeden bedeni ofisinin parıl parıl parlayan beyaz yerlerine yığılıp kalmıştı. Kanı ürkek ürkek süzülüyordu zeminde. Gencin söyleyecek birkaç cümlesi daha vardı : "Sen, benim yazdıklarımı beğenmemiştin değil mi ? Üstelik neler yaşadığımı bilmeden beni eleştirdin öyle değil mi ? Sendin değil mi o ? Yaptığın çok küstahca. Daha kendi yüzünü göremezken kendi gözlerinle, başkalarının yüzlerinden söz ediyor ve onları eleştiriyorsun. Yazık ! Şimdi defol git cehennemin dibine." Daha sonrasında hızlı adımlarla o koca binayı terk etti. Tek el ateş sesi. Yere yığılmış gencecik bir beden, Zeusun sidiğine karışan kan kokusu, susturucusu çıkartılıp yere usulca düşen bir tabanca... 

12 Haziran 2013 Çarşamba

Sahibeden Mesajınız Var !

Çoğu zaman kendime şu soruyu soruyu soruyorum : " Neydi beni bu kadar dolduran ? Neden bu kadar çok şey yazdım bu zamana kadar ? " Neredeyse her yazı yazdığımda bu sorunun cevabını düşünüyorum. Bir türlü bu sorunun cevabını bulamasam da çoğu zaman rahatlamak için yazdığımı farkındayım. Yazdıklarım sadece bu sade Blog'takilerden ibaret değil. Bu Blog'u bir hevesle açtım. Ve hevesimi kaybetmedim. Sadece bu Blog yok, onlarca defter ve oradan buradan koparılmış kağıtlara yazılmış hikayem, şiirim, denemem vs. türlerde yazılarım var. Her yazdığım yazının altında mutlaka mutlaka bir anım vardır. Ve satır aralarıma dikkatlice bakarsınız bu anılarımı görebilirsiniz. Geçmişe dönüp bir yazımı okuduğumda o anı mutlaka aklıma gelir. Onu nasıl, ne zaman, neye hitaben yazdığımı hatırlıyorum. Günlük tutmak gibi aslında yazmak. Daha on beş yaşında olmamın verdiği amatörlüğü beş yıldır törpülemekteyim. Yazmak beni ciddi anlamda rahatlatıyor ve bana bir terapi gibi geliyor. Ancak küçük bir sorun vardı. Yazdıklarımı kimseyle paylaşmak istemiyordum. Bu yüzden de bu Blog'u çok isteksiz açmıştım. Yazdıklarımı birileriyle paylaşmak hoşuma gitmiyordu çünkü. Şimdi ise insanlar daha çok okusunlar, eleştirsinleri yorum yapsınlar istiyorum. Bu Blog birazcık onu tatmin ediyor. Bugün 1148 sayfa görüntülenmesine ulaştı ki ben bunu yazdıktan sonra da bu sayı artacak biliyorum. Bu beni mutlu ediyor. Ve yazmadığımda çok farklı bir hal alabiliyorum. Ve ne yazdığım cidden önemli değil. Bazen saçmalaya da bilirim. Yazmadığımda, ya çok öfkeli ya da çok duygusal bir hale geliyorum. Zaten duygusal olan yapıma yazmamak çok kötü geliyor. Harflerim, kelimelerim, cümlelerim benim gözyaşlarım aslında. Yazdıklarım kadar olumsuz bir insan değilim. Tanıdığım çoğu insanın beni sevdiğini duymak güzel bir şey :) Belki de yazmasam ya da yazmaya hiç başlamasaydım olduğumdan çok farklı biri olurdum bilemiyorum. Mutsuzluğu tatmadan mutlu olduğumuzu anlayamayız. Ağlamadan, gülmenin tadına bu kadar varamayız. Ben bu Blog'um sahibesiyim :) Umarım keyifli vakit geçiriyorsunuzdur. Çok çok öptüm. Dikkat edin kendinize. 

10 Haziran 2013 Pazartesi

Buraya Yazdıklarım



Emin ol içimdekiler buradakilerden çok daha fazlası. Üzgünüm körermiş olan duygular geri gelmez. Kimse kimseyi sevmiyor diye suçlanamaz. Kimse kendini öldürdü diye dışlanamaz.

İnsanlıktan İstifa Eden Hayalet

Ne zaman gözünü kapasa aynı kabusu görüyordu. Uyumak istemiyordu bile. En tatlı kış gecelerinde bile uyumamak için dua eder hale gelmişti. Klasik bir gündü onun için. Yine erkenden uyanmıştı. Dağınık olan odasını inceledikten sonra ağır adımlarla salona geçti. Salonun camını örten perdeyi usulca araladı. Camı açtı. Günaydın sigarasını yaktı. Etrafını inceledi. Henüz şehir uyuyordu. Hiç ses yoktu. Hiç insan da yoktu haliyle. İyice bakındı. Soğuk kış havasını ciğerlerine, yaşlı bir kadın poşetlerini doldurur gibi doldurdu. Sigarasını camdan aşağıya attı. Hayattan istifa etmişti artık. Çünkü yıllardır ne bir işi vardı ne de bir kimsesi. Çok sevdiği yalnızlıktan artık çok sıkılmıştı. Normalde yalnız kalmaya bayılırdı. Yalnızlık onun için bir tür zenginlikti.Yalnızlıkta sıkılacağı aklına bile gelmezdi. Üstelik gece boy gösteren boy gösteren bu yalnızlık kabusları da hiç hayra alamet değildi. Bunları hızlıca düşündükten sonra eski paltosunu da üzerine giyip dışarıya çıktı. İnsan çok görmeyi ümit ettiğim şeyler vardı. Ama bu insanları yutan şehirde dışarı çıktığında -gariplik ya- sadece insanları görebilmişti.kimse onu farkına varmıyordu. Farkına varılmak gibi de bir amacı yoktu zaten. O, çoktan istifa etmişti insanlık görevinden. Şimdi kimsenin ne onu farkına varmasını istiyordu ne de onu sevmesini. Kalabalığın ortasında yapayalnızdı. Bunu biliyordu ve artık bunu bilmekten de sıkılmıştı. Onu hayata yeniden bağlayacak en ufak bir şey kalmamıştı artık. Yaşamaktan keyif almıyorsa niye yaşıyordu ? Yaşaması ona bir şey anlam ifade etmiyordu bile. Gereksiz bir insandı. Ve bu gereksiz insan aklından şunları geçirmeden edemedi : "Bütün bunlar aptallık. Yaşamam,yaşadıklarım,varoluşum.. Hepsi aptallık. Boş ve gereksiz hepsi. Kendini sevmeyen insanlar öldürülmeli ! Öldürülmeliyim. Tutuklu yargılanmalıyım. Yapmadığım her şey için suçlanmalıyım. Küçücük bir hücrede, yalnızlığımla aynı helayı paylaşmalıyım. Sevgisiz kalmalıyım, nefretle dolmalıyım sonra. Bir bok çukuruna atılıp ölmemi bile beklemeden arkamdan olur olmaz konuşulmalı..Sonra.." Ani bir korna sesiyle irkildi. Az kalsın ölecekti. Bu fırsatı kaçırdığına üzülerek ağır adımlarla yürümeye devam etti. Ne değişirdi ölseydi. Durdu ve tekrar ne adar gereksiz bir insan olduğunu düşündü. Yani kendine yaşaması gereksiz geliyordu. İntihar edebilecek kadar güçlü değildi. Ama istifa edecek gücü kendinde çoktan bulmuş ve gerekeni yapmıştı. Artık ne zaman ve nerede olduğu umrunda değildi sadece ölmek istiyordu. Bunları düşünürken neredeyse ışık hızına ulaşmıştı. Hava kararmaya başlamıştı. Karanlığı sevmezdi, kim bilir belki de ondan korkardı. Bu yüzden ağır adımlarını az da olsa hızlandırarak evinin yolunu tuttu. Paltosunu çıkardı ve koltuğuna oturdu. Dakikalar dakikaları kovaladı ve böylece saatler geçti. Gecenin karanlığı bastırmıştı. Karanlığın dibindeki adamın gözyaşları akmaya başladı. Hiçbir şeyin yolunda gitmediğini fark etti. Bir kez daha durdu ve düşündü. Cidden hiçbir şey yolunda gitmiyordu ve bu durum gün geçtikçe canını sıkmaya başlamıştı belki de. "Neden böyle oldu ?" diye düşünmekten sıkılmıştı, yorulmuştu. Canına tak etmişti artık. Yaşadıklarını düşünmekten bile sıkılmıştı. Bütün bu "saçmalık"ları düşünerek uyuya kaldı. Uyandığında yine karanlık hakim ve ay da savcıydı. Dünya döneyi unutuyormuşcasına zaman, yavaş yavaş geçiyordu. Ayağa kalktı. Ağır adımlarını hiç bozmadan mutfağa yöneldi. Mutfak çekmecesinden bir bıçak aldı ve yere oturdu. Düşünüyordu, düşündükçe düşünüyordu. Kalp atışları hızlandı. Öyle hızlandı ki biran için göğüsünü terk edeceğini sandı. Nefes alış verişleri hızlandı. Öyle hızlandı ki göğüsü patlayacak gibi şişiyordu. Gözlerinden bir iki damla yaş. Her şey tamamdı. Peki ya cesareti var mıydı ? Ölmeye hazır mıydı ? Bütün bunları düşünürse yapamazdı. Düşüncelerini durdurdu. Zaman zaten durmuştu. Bileklerini kesti. Çok geçmeden vücudu yana doğru yayıldı. Ve kanı, rutubet kokan o karanlık ve leş gibi olan mutfağın zemininde ağır ağır yayıldı. Ölünce biliyordu ki ceseti bile çok sonra bulunacaktı. Çünkü hayaletler aynada yer almazdı.


7 Haziran 2013 Cuma

Sevgili Şeytanın Sevgisiz Kölesi



SEN ! EVET SEN ! ORADAKİ ! 

Bu yazım sana gelsin. Seni mi kıracağım ? Ha hayt ! Gülümse hayata. Bok gibi de gitse her şey, gül. En azından gülmeye çalış. Ben hep öyle yaptım. Ne olursa olsun gülmeye çalıştım. Elime çok az şey geçti belki. Belki hep ençok üzülen ben oldum. Acı çektim. Bir süre sonra içten gülemez oldum ama mutluluğu rastgele de olsa tattım. Ve bizim aramızda bir harf farkı var. "sen" ya da "ben" işte hepsi bu kadar. Ve ben sevgili şeytan için sevgisiz bir köle oldum. Ve ben sevgili şeytana ihanet edip kimi zaman nefret dolu meleğe vezirlik yaptım. Ve ben kralın soytarısı rolündeyken, kralı tahtından tek bir sözümle indirdim. Ve sen bu yazdıklarıma ne dersen de elinde olmadan bu kumpanyaya geliyorsun. Çünkü sen de biliyorsun ki yaşadıklarımız aynı. Ve sen de biliyorsun ki yaşadıklarımız aynı olduğu için seviyorsun yazdıklarımı. Ve ben de biliyorum ki yeterince iyi yazmıyorum. Ama buna rağmen okuyan kişiler oluyor işte tek tük. Ki ben ! Sevgili şeytana bu gece de ihanet edeceğim. Nefret dolu meleğime kan kusacağım. Benimle gelmeye ne dersin ? Yolumuz biraz uzun. Cehenneme gideceğiz. Oradan sonra da cehenneme. Benimle gelmek isteyen var mı ? Sanırım yok. Gelmiyorsun, aman sanki çok da meraklıydım sana. Şeytanımı ve meleğimi siz olmadan da öpebilirim. Ben gidiyorum. Yolum uzun. Daha kendime hesap vereceğim. Şunu sakın unutma sen de benimle aynısın. 

OKUDUĞUNU BİLİYORUM 

Ve sen oradaki ! Bunu okuduğunu biliyorum. Yoksa bu bin otuz üç kişi de kimin nesi ?Haydi itiraf et hayatında bir kere de olsa bir kötülük yaptın. Ben ? Ben çok yaptım. Günah pointlerim en üstlerde. Ama ben iyi çocuğum ve bunu sen de biliyorsun. Çünkü beni bu yüzden seviyorsun. Egoist miyim ? Saçmalama tabii ki hayır. En nefret ettiğim kişi tipi. Peki neyin tribi mi bu emin ol bilmek istiyorsun. Ama gerek yok.                              

SEVGİLİ EDEBİYAT ÖĞRETMENİM 

İnsanlarımın ölmesi lazım. Benim içimdekiler bunlar. Gerçekten içimdekiler ama. Taa en içimdekiler. Kalbimde beslediğim o tatlı, korkak, sevimli şeytanlarım.. İnsanlar ölmek zorunda. Yoksa yazmamın hiçbir anlamı yok. İnsanlar ölmeli, acı çekmeli çünkü ben de gereken acıyı çektim. İnsanlar ölmeli en basitinden yaşamayı hak etmiyorlar.  


VE YİNE SEN ! 

İnsanların ne yaşadıklarını bilmeden onları yargılamaya hakkın yok. Kafatasına yaz artık bunu. Yaptığın şey rezilce ve aşığılık bir şey. Kendi kötü yaşadıklarını düşün. Bunlar yüzünden seni yargılamaları hoşuna gider miydi söyle ?! Gitmezdi. Seni de anlıyorum. "I hope you ready, great times are coming"  hayatında hiç bu şarkıyı dinlemediğini ve dinlemeyeceğini biliyorum. Bu yüzden kafana takma her şey güzel olmayacak, her şeyin güzel yanını sen elde edeceksin.

AYNADAKİ 

Çok başka birine sesleniyorum. İçinizdekine değil, kendinizi nasıl görüyorsanız ona. Siz kendinizin ne bok olduğu olduğunu sanıyorsanız işte ben de o boka sesleniyorum. Yok bir şey ben iyiyim. 

SON SÖZ 

Güzel olan her şey çabuk biter. Bu bir hayat kuralıdır.