18 Kasım 2017 Cumartesi

Ateş Çiçeği

Yine, yeni, yeniden...


Asla gelmeyen yazma isteğine inat bu yılın ilk ve tek yazısını paylaşmak istiyorum. İlham meleklerim ne yazık ki umutsuzlukla besleniyor. Yazmak için acele etmeyeceğim bu yazıyı.18 Kasım 2017'nin hayatımda hiçbir özel yeri yok... Saatin 22.10 olmasının da bir önemi yok. Sadece yazmak istedim ve işte buradayım. Olmak istediğim ama uzun zamandır olamadığım yerde...
Her hikaye başka bir hikayeyi öldürür.

Ruhuma keder üfle!


Gecelerle gündüzler artık birbirine karıştığından gece mi uyanmıştı sabah mı farkında değildi. Sanki onun için her gün hava karanlıktı. Sanki her gün onun için haftanın son günüydü. Her gün dünün aynısıydı. Ve her gün ona daha çok acı çektirmeye başlamıştı. Saatine baktı. 04.32. Ne boktan bir saatte kalkmıştı böyle. Başını yastığa koysa bile artık uyuması kesinlikle imkansızdı. Kendinde sevmediği en kötü özellik buydu ya zaten. Bir kez kalktı mı bütün düşüncelerinin köprüsü kalkar beyninin içine hükmederdi. Zar zor beyninin ardına itip uyku denilen canavarla sakinleştirmeyi başardığı düşünceleri uyanır uyanmaz bir zafer kazanmış gibi beynine hücum ediyordu. Onu ele geçiren düşüncelerinden kaçı onundu? Hangilerini gerçekten o düşünmüştü? Hangilerine gerçekten katılıyordu?

O kendi olmayı ne zaman bu kadar bırakmıştı? Kendi kimdi ki? Kendi diye bildiği kişi çoktan ölmüştü. Atlamıştı işte ucuz hikayelerdeki bütün kadınlar gibi uçurumdan aşağıya. Elini tutan olmamış, sessiz çığlıklarını duyan kimse olmamıştı onun. İşte şimdi tam zamanıydı. Ne yapmak istediğine karar vermeliydi. Ne zaman nerede? Hangi cehennemin dibinde, hangi karanlığın gündüzünde? Onun yeri bu dünyada bile değildi. Bunu artık daha iyi anlıyordu. Ne zaman bu kadar nefret eder olmuştu her şeyden, insanlardan, kendinden?
Ne zamandan beri yaşamayı bu kadar unutmuştu?
Peki ya ne zaman kendini öldürmüştü?

Siyah, ince ipten askıları olan geceliği vücuduna dokununca içi ürpermişti. Ne zamandan beri açık bırakıyordu yatmadan odasının camını? Önemi var mıydı? Yüzünü yalayan rüzgara aldırış etmeden baktı camdan dışarı. Belki de en büyük cesareti buydu şu hayatta. Camdan sonsuzluğa bakmak.
Yıldızsız gökyüzüne bir bakış attı. Evet, kesinlikle geceye aşıktı fakat karanlıktan korkuyordu. Asla da sevmeyecekti karanlığı. Kimse bu korkusunu alamazdı. Kimse asla korkusuz olamazdı. İnsan insanın kurdudur çünkü. Korkusuz olmanıza kimse izin vermez. Ama cesur olmak onun elindeydi işte. Hala ne bekliyordu ki şu dandik hayatından?

Ne zamandan beri uykusundan uyanınca aklına gelen ilk şey sigara içmek olmuştu? Dumanının gecenin karanlığını anlık da olsa griye boyayışını izledi. Gece ne kadar sessizdi. Parmaklarının arasında yanan kağıdın sesini nasıl da işitebiliyordu...
Ateş ve su.
Gece siyaha boyanan deniz.
Gece kırmızısını sergileyen ateş.
Ne gariptir ki ikisi de birbirine dokunmaktan korkar. Su sizi boğarken ateş yardımcınız olabilirdi. Ateşler içinden yanarken su sizi kurtarabilirdi.
Peki içi bu kadar yanarken ne yapmalıydı? Sarılmalı mıydı dört kolla ateşine kül olmanın verdiği benzersiz kurtuluşa mı bırakmalıydı kendini, sırılsıklam mı olmalıydı gözyaşlarının onu avutmasına izin vermek için?
Bir çiçek gibi elinde büyüyebilir miydi ateşi? Yoksa solup gider miydi dalından koparılan her çiçek gibi?

Saatler, dakikalar, saniyeler hangi ara kayıp gidiyordu avuçlarından? Hangi ara hava aydınlanmıştı? Güneş görünmüyordu. Belki de yorgundu her gün o parlak yüzünü sahte bir şekilde insanlara göstermekten. Belki de sadece yorgundu. Bulutların arkasına gizlenmişti. Bugün yerini yağmura devredecekti belli.
Keşke o da bulutların arkasına gizlenip yağmur olabilseydi.
Keşke o da gecenin onu söndürmesine göz yumabilseydi.

Hava tekrar kararmıştı. Siyah geceliği hala üzerindeydi. Hala en az o gecelik kadar siyahtı düşünceleri. Çıkıp biraz karanlığı içine çekmeye karar verdi. Üstüne boyu dizlerine kadar gelen bir kaban geçirdi. Ayağına siyah hafif topuklu botlarını geçirdi. Ne zamandan beri görünüşüne önem vermez olmuştu?
Ne zamandan beri bu kadar çok düşünür olmuştu? Ne zamandan beri düşüncelerini bu kadar önemser olmuştu?

Karanlığın onu nereye sürekleyeceğinden emin değildi. Ama adımları onu her zamanki gibi yine Mavi Rüzgar'a götürecekti biliyordu. Zamanında birbirine deli gibi aşık olan iki gençten geriye kalan tek şey belki de burasıydı. Kafe tarzı bir yerdi. Neyse ki artık içki de vardı. Burası ona hep anlamsız bir hüzün yüklüyordu. Mavi bir duvarda birsürü fotoğraf asılıydı. Sadece bir tanesi çerçeveliydi. Güzel bir kadının fotoğrafı. Kameraya bakmıyordu. Yüzü tam net seçilemese de sinirli bir hali vardı. Sanki o an fotoğrafının çekilmesinden hoşnut değildi. Artık bu kadın belki de sadece bu fotoğrafta yaşıyordu. Sevenleri, arkadaşları var mıydı? Çok ağlayanı olmuş muydu? Bilmiyordu. Tek bildiği biricik sevgilisyle beraber trajedik bir kazada öldükleriydi. Bu olay onu çok da etkilememişti. Ölümden korkmuyordu. Hatta insanları gözlemekten vazgeçmiş olsaydı bu hikayeyi de asla öğrenemezdi. Bir gün burada çalışan bir garsonun başka bir müşteriye bu hikayeyi anlatışına şahitlik etmişti. Ama o zamandan beri burası ona daha kederli gelmeye başlamıştı. Bir de şu çerçeveli fotoğrafta yazan yazı;
Her mutsuzluk biraz mutluluktur.
Saçmalıktan ibaret bir söz. Mutsuzluk mutsuzluktu işte. Artık sahip olduğu tek duygunun tamamen zıttı olan bir kelimeyle anılması sinirini bozmuştu.

Her zamanki kırmızı şarabından söyledi. Her zamanki seviyesinde. Kadehin yarısı dolu. Yarısı boş. Buraya uzun zamandır geliyor olmasına rağmen kimseyi tanımazdı. Gereksiz sohbetleri gereksiz samimiyetleri asla sevmemişti. Sevmeyecekti. Garson paltosunu alıp girişteki askılığa asarken istemsizce parmaklarını kadehinde gezdiriyordu. Siyah geceliği -hoş artık dışarıda giyebildiğine ona elbise diyebilirdi- dizlerinin biraz altında bitiyordu. Ama bu bar taburesine oturunca elbisesi olduğundan daha kısa görünüyordu. Sanki tek derdi buydu. Ensesine kadar uzanabilen saçlarının önünü eliyle geriye doğru attı.
Gözündeki yaşı dirseğini kaldırıp elinin tersiyle sildi.
Sanki birilerinin onun ağladığını görmesini istiyordu.
Kimse görmedi.
Kimse duymadı.
Kimse dinlemedi.

Umutsuzca eve döndü.
Daha fazla uyumayacaktı.