15 Ağustos 2013 Perşembe

Hayaletin Gözyaşları


Uzun bir aradan sonra... 


Merhaba ruhu yalnızlıktan pas tutmuş insanlar. Çok boktan bir hikayem var bugün sizin için. Okumanızı hiç tavsiye etmem. Neyse ön sözü geçelim. 
        
                                                                                                                    -

-İyi geceler prenses ! 
-Sana da sevgilim. 
-Seni seviyorum. 
-Ben de seni seviyorum. 
-Hadi uyu artık hayatım, uykun var biliyorum. 
-Uuuf, peki. Tatlı rüyalar.
-Sana da birtanem.

Her şey yolundaydı. Zamanında çok büyük kavgalar atlatmışlardı. Dört ay boyunca hiç konuşmadıkları bir dönem bile olmuştu. Ayben, kendi halinde yaşayan, genelde güler yüzlü, neşeli ama içten içe de çok duygusal bir kızdı. İlk bu kadar uzun olan koyu kahverengi saçları sırt hizasındaydı, gözleri saçlarından birkaç ton daha açık ve teni de ne çok koyu ne de çok açıktı. Gülüşü güzel  olmasına rağmen kendini güzel bulmazdı. Onu güzel bulan tek kişinin sevgilisi olduğunu düşünürdü. Hatta sevgilisinin de onu sevdiği için onu güzel bulduğunu düşünürdü. Aziz ise sevgilisine hayran hayran bakan açık kahverengi gözleriyle, uzun boylu, görünümü de gayet iyi olan bir çocuktu. O da aynı şekilde kendisini fazla beğenmezdi. Bu iki gencin yolu nasıl olduysa bir şekilde kesişmişti. Nasıl mı ? 

Bölüm Bir ; Cicim Ayları 

-Yaşı sorun etmeyeceksen ben seninle olmak istiyorum.
-Nasıl yani ? 
-Ayben, ben seni seviyorum. 
-Ama daha çok kısa bir süredir tanışıyoruz. 
-Biliyorum, lütfen bana bir şans ver. 
-Peki o zaman öyle olsun. Yalnız çok engel var. 
-Nasıl yani ? 
-Yüz yüze görüşebilir miyiz ? 
-Şey, evet. Bu gece olur mu ? 
-Bana uyar. Bekliyorum

Mesaj yazarken titreyen elleri ve küt küt atan kalbinin sesiyle birlikte o gelene kadar sakinleşmeye çalışıyordu. İlk kez onu görecekti. Ve hayatında ilk kez böyle bir teklif almıştı. Çok heyecanlıydı. Ve ne yapacağını bilemiyordu. Aziz, ondan yaşça büyüktü. Bu da beraberinde kafasına takılabilecek birçok soru işaretini de  beraberinde getiriyordu. Kalbi hala küt küt atıyordu. Nasıl böyle bir delilik yapmıştı bilmiyordu. Ailesi ne derdi ? Büyük ihtimalle saklayacaktı. Bilmiyordu, düşünceleri karışık ve çoktu. 

-Ben geldim canım
-Tamam ben de geliyorum.

Ona baktığında ilk gördüğü şey ona hayran hayran bakan bir çift gözdü. Bu gözler onu kolayca büyülemeye yetmişti bile. Sanki bütün soru işaretlerini silebilecek güçteydi bu bakışlar. Konuştular. Anlaşmışlardı. Gerçi bu daha ilk buluşmalarıydı. Ama Ayben'de onu çeken bir şeyler vardı. Bunu hissedebiliyordu. Sanki onunla olması gerekiyor gibi hissediyordu. Aziz ise uzun bir zamandan sonra ilk defa bir kıza sarıldığında bir sıcaklık hissetmişti. Hatta öyle ki Ayben'in yanına gelmeden önce başka bir kızla birlikteydi. Ve aynı zaman da başka amaçlar için birlikte olduğu bir kız daha vardı. Ayben ile bir haftaları olduğunda diğer bütün kızları silmişti. Ve Ayben'e bunu yaptığı için çok pişman olmuştu. Ona söylemeli miydi ? Hayır, bunu yapamazdı. O zaman Ayben onu bırakırdı. Ama o, Ayben'i seviyordu. Hem de çok. Ayben ise bunlardan bihaber sadece onu seviyordu. Onu düşünmekten başka bir şey yapamıyordu. Her an aklında o vardı. Çok mutluydu. Sanki hiç uyanmak istemediği bir rüyadaymış gibi hissediyordu. Her şey çok ani gelişmişti ama her şey çok güzeldi. 

-Dördüncü ayımız kutlu olsun bebeğim, seni çok seviyorum
-Ben de seni çok seviyorum aşkım, nice dört aylara. 

Bu dört ay süreci aslında çok sıkıntılı geçmişti. Özellikle son haftalarda çok sık kavga eder olmuşlardı. Üstelik kavga ettikleri nedenler cidden elle tutulur değildi .Birkaç kez ayrılmışlardı. Hatta birkaç kezden daha fazla. Ama yapamamış ve tekrar birbirlerine geri dönmüşlerdi. Aziz, çok kıskançtı ve Ayben de yapısından dolayı birazcık başına buyruk bir kızdı. 


Bölüm İki ; Bitsin ! 

-Artık bitsin dayanamıyorum. 
-Ben de bıktım zaten.
-Ya demek bıktın zaten. İyi işte bitsin o zaman ! 
-Bitmesin, ben yapamıyorum Ayben sensiz. 
-Belli oluyor, bıktığına göre. 
-Özür dilerim
-Tamam kapat konuyu. 
-Seni seviyorum. 
-Ben de


Bu şekilde hızla çoğalmaya başlayan kavgalar ister istemez iki genci de yormaya başlamıştı. Ayben ise kendi çapında intikam almak istiyordu. Sevgilisine buluşamayacaklarını söylediği bir gün annesinin zoruyla gelen misafirlerinin oğluyla birlikte dondurma yemeye gideceklerdi. İçi hiç rahat olmasa da ayıp olmasın diye giden Ayben o gün bir şeyler olacağını biliyordu. Yolda giderken sevgilisine rastladılar. Sevgilisi hiçbir şey demedi. Fakat bakışlarıyla her şeyi dile getirmişti. Dondurmacıya girdiklerinde ise tek gelen bir mesaj her şeyi özetlemişti. "Ayben Demir benim için bitmiştir." Bu mesajdan sonra kız kendini tutamayıp dondurmacının ortasında ağlamaya başlamıştı. Herkes ona bakıyordu. Onun ise umurunda bile değildi, sadece ağlıyordu. 
Ertesi gün Ayben'in ne kadar kötü olduğunu farkında olan yakın arkadaşı Meril onu ertesi gün bir şey yapmak için dışarı çıkmaya ikna etmişti. Meril, onun ne kadar kötü durumda olduğunu bildiği için kafasını dağıtmak istiyordu. Ertesi gün iki kız birlikte bir kafeye gidip bir şeyler içtiler. Derken kapıdan iki yakın kız arkadaşları girdi. Hep birlikte bir masada oturdular. Kızlardan bir tanesi hala Aziz ile birlikte olup olmadığını sordu. Ayben'in gözleri doldu. Gülüşü yarım kaldı. Ve zar zor "Biz dün ayrıldık." diyebildi. 

-Çok iyi olmuş ! 
-Ne diyorsun sen ya ?! Benim canım yanıyor. 
-Beni dinle, o seni aldatıyordu. Seninle birlikteyken devamlı bizim siteden bir kızla birlikteydi. Ve hiç hoş olmayan pozisyonlarda. 
-Ne ?! Nasıl ?! 
-Üzgünüm..
-Yok hayır sorun değil. Teşekkür ederim söylediğin için

Ayben hayatına bu kadar sinirlendiği bir zamanı daha hatırlamıyordu. Sanki biri kalbine bir kazık geçirmiş gibiydi. Kendine gelmesi daha kolay olacaktı. Çünkü ona karşı hissettiği tek şey artık öfkeydi. 

Bölüm Üç : Volver 

Okul açılmıştı ve bu kargaşada Ayben'in kafası iyice dağılmıştı. Artık Aziz'i çok nadir hatırlıyordu. Onu değil ama onu sevmeyi çoktan unutmuştu. Artık o umurunda değildi. En azından Ayben öyle davranacaktı. O sanki umurunda değilmiş gibi. Bir gün işgüzar sınıf arkadaşlarından birisi başka bir arkadaşının telefonundan ona "Özledim." diye mesaj atmıştı. Numara arkadaşını rehberinde kayıtlıydı çünkü o arkadaşı Aziz'i biliyordu ve Ayben ondan mesaj atmak için telefonunu istemişti. Arkadaşı da tamam kime atacaksın mesajı falan derken Aziz'in numarasını almış ve rehbere kaydetmişti. Sonra da işgüzar bir arkadaşı da mesajı atmıştı. O arkadaşın kim olduğunu öğrense onu parçalayabilirdi. Ertesi gün Beril sınıfa geldiğinde Ayben'e dün onu Aziz'in aradığını ve telefonu direkt "Ayben !" diyerek açtığını anlattı. Ayben hemen kendi telefonundan istemeyerek de olsa, Aziz'e durumla ilgili bir mesaj attı. Kusura bakma böyle böyle bir olay olmuş diye de açıklamasını eklemişti mesajına. 

-Alo ? 
-Ayben ben Aziz. 
-Hmm hayrola ?
-Hayrola ? Güzel soru. Bana bir mesaj..
-Biliyorum da ben bununla ilgili sana zaten mesaj attım. 
-Aa pardon görmemişim.
-Görseydin o zaman. 
-Kendine iyi baki, seni..
-Sen de kendine iyi bak. 

Bu kısa telefon görüşmesinden sonra onu ne kadar çok sevdiğini ve özlediğini hemen anladı. Daha fazla duygularına karşı gelemezdi. Ama güçlü kalmak zorundaydı. Aradan bir hafta geçti. Gelen bir mesajı vardı. Şöyle diyordu ; "Her şeyi anladım da, bir tek o bana o düşman gibi gelen ses tonunu anlamadım." Şimdi ne yapmalıydı. Cevap bile vermemeyi düşündü. Ama dayanamadı ve uzun bir mesaj attı. Uzun mesajlar uzadı ve uzadı. Derken iki genç birden tekrar konuşmaya başladı. Aziz, çok değiştiğini söyleyerek bir şans daha istiyordu. Ayben ise sürekli onu tersliyordu. Yaklaşık iki üç ay süren bu yalvarma ve tersleme zamanından sonra Ayben daha fazla dayanamadı ve onu affetti. Tekrar birliktelerdi. Onca şey sonra yine beraberlerdi. Ve bu sefer her şey yolunda gidiyordu. Ciddi anlamda çok iyi bir ilişkileri vardı. Ve duyanlar, bilenler onları kıskanır hale gelmişti. Mutlulardı. Her buluşmalarında Ayben, Aziz'e kocaman sarılıp kalbinin atışını dinliyordu. Bu huzuru daha önce hiçbir şeyde hissettiğini hatırlamıyordu. Mutluydu ve bu mutluluk tarif edilemezdi. Her buluştuklarında birbirlerine, birbirlerini bırakmayacaklarına dair söz veriyorlardı. İkisi de bu kez birbirlerine çok bağlanmışlardı. Fakat ters giden bir şeyler vardı. Ve Aziz, Ayben'in ona söylediği yalanlardan çok sıkılmıştı. Oysa ki Ayben, bunu kavga etmemeleri için yapıyordu. Yalanlar da ufak tefek şeylerdi. Çok büyütülecek şeyler değildi. Fakat bunlar Aziz için önemli şeylerdi. Bundan dolayı çıkan bir kavga ile Aziz bir dakika bile düşünmeden çekip gitmişti. 

Son Bölüm : Yıkım 

Düşünmeden edemiyordu, bunu ona nasıl yapardı ? Onca sözden sonra nasıl böyle biran bile düşünmeden çekip gitmişti. Bunu ona nasıl yapardı ? Hala onu çok seviyordu. Ama Aziz, bu sevgisini kırgınlığa ve kızgınlığa dönüştürecek çok şey yapmıştı. Öyle bir yerdeydi ki şimdi. Ne onu sevebiliyordu, ne ondan nefret edebiliyordu. Mutluluk artık ondan çok uzak bir duyguydu. Sırf onu düşünmemek için çıkıp çıkıp gezdi. Arkadaşlarıyla buluştu. ama yine de yapamıyordu. Onu düşünmeden bir dakikası bile geçmiyordu. Kafası çok karışıktı. Hiçbir şey bundan sonra yolunda gitmeyecek gibi hissediyordu. Sanki dünya, başına yıkılmıştı. Ölüm ona en mantıklı çare gibi görünüyordu. Fakat onu seven insanlara bunu yapabilir miydi ? Hayatı boyunca kendini düşünmediği gibi, şimdi de kendini düşünmüyordu. Ve kendini mutlu edecek tek şey olan ölümden bile vazgeçmişti. Ölü bir ruh gibi yaşıyordu artık. Hiçbir şey hissetmeden... Hatta öyle ki yanağından süzülen gözyaşlarını bile farkına varamıyordu. 

9 Ağustos 2013 Cuma

Hadi Çekinmeyin Gelin

Hadi ! Çekinmeyin, benimle gelin. Bugün uzun uzun aşkı tanımlamak istiyorum size. Kusurlu aşkları, kusursuz aşkları. Aslında sadece kusurlu aşkları. Çünkü bildiğimiz gibi kusursuz bir aşk yok. Her neyse. İsterseniz başlayalım. 


Resim biraz iç gıcıklayabilir, kusura bakmayın.

Aslında aşk her şeyin ötesinde bir şey. Kimsenin anlayamadığı bir şey. Bitince can yakan. Öfkeli bir hale sokan insanı. Her defasında ölme isteği uyandıran. Gidişler, küfürler, yalnızlıklar. Yeni hayaller ve kırıkları. Yaşanamayıp içimize hapsolan duygular ! İŞTE BUNLAR HEP AŞK ! Sevgi ile nefreti birbirinden ayıran incecik bir nokta aslında. Vazgeçişler, geriye dönüşler... Sevgi kusmacası bir nefret oyunu bu sergilenen. Bütün hayatlarda ayrı ayrı rol alan farklı kadınlar ve erkekler. Kirli müsveddelere yazılan aşk senaryoları... Sonunu kimsenin oynamaya gücü yetmediği Sessiz Çığlıklar'da son perde... Kimsenin kulisine girmeye cesaret edemediği sevgisizlik sevgisi bir haykırış... Kimsenin mahkum olamayacağı kadar derin ve telafisi olmayan acılar... İşte bunlar hep aşk. Ne zaman içinizi burkan bir acı hissederseniz kalbinizde, o zaman dönüp bakın geçmişinize. Aşk, imkansızlıktır. Aşık olduğunuz bir insan, asla size aşık olmaz. Size aşık olan birine de siz aşık olmazsınız. Ve kimileri vardır ki, hissettikleri bencilce duyguları aşk zannederler. Karşısındakine aşık değildir, karşısındakinin gösterdiği ilgi ve ona verdiği değer hoşuna gider sadece. Bunu aşk zannedip hala beraber olan zavallı çiftlerimiz mevcut. Bir de yasak aşklar vardır. Ne olursa olsun gerçekleşemeyeceğini bildiğimiz aşklar. İki taraf da birbirini sevse bile olmayacak türden aşklar. İki taraf da birbirini severken araya giren engeller. Riske atılamayan arkadaşlıklar. Unutmayın, her ayrılık arkadaşlığa yapılan bir ihanettir. Ne zaman uzaklara dalıp gitsek hep aynı kişinin yüzü, gözümüzün önünde beliriverir. İşte o yüz, aşık olduğunuz insanın yüzüdür. Bazen de inkar edilen aşklar vardır. HAYIR ! Ben onu sevemem dediğimiz aşklar. Bu aşklar, genelde eski sevgililere olur. İtiraf edemediğimiz aşklardır işte bunlar, inkar ettiğimiz. Ne zaman çekip gitmek istesek, yapamayız. Bağlı olduğumuz bir insan vardır çünkü. İşte bu, bu gerçek aşktır. Ne olursa olsun sevmekten vazgeçemediğimiz o insanlar... Aşk aslında her şeyin çok ötesinde bir duygu. Hiçbirimizin anlayamayacağı türden. 

Aşk ;
Bazendir 
Keşkedir
Aslındadır
Pişmanlıktır
Asladır
Mutluluktur
Hüzündür
Sevgisizliktir
Yokoluştur
Vazgeçiştir
Kıskançlıktır 
Kaybettiklerimizdir
Kazandıklarımızdır
Gecedir

Aydır
Sabah Yıldızıdır 
Geride bıraktıklarımızdır 
Sessiz Çığlıklarımızdır 
Öfkedir
Hayal kırıklığıdır
Kin tutamamaktır 
Direniştir 
Pes ediştir
Yıkımdır
Yeniden doğuştur
Geçmiştir
Gelecektir
Yalnızlıktır
Karanlıktır
Gecedir
Hüsrandır
Nefrettir 
Özlemdir 
Kararsızlıktır 
Duygudur
Ve son olarak, aşk çok boktan bir şeydir. Ya etkileri de boldur. 

8 Ağustos 2013 Perşembe

Aslında...


Aslında tüm bu olanlar, yaşadıklarımız senin suçun. Ta en başında bana mesaj atmasaydın bunların hiçbiri olmayacaktı. Ben giderim, geri dönmem. Sen gidersin, peşinden gelmem. Sen gidersin, kim bilir belki geri dönersin. Ama döndüğünde beni bulamayabilirsin.

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Yalnızlık Fahişesi

Çığlık
Çığlık
Çığlık
Çığlık
Çığlık



Hayatında bir kez olsun birine inanmıştı. Birinin onu sevdiğine. Hayatında ilk kez yalnız hissetmemişti. İçi üşüdü. Ellerine baktı. Uçları silinmiş parlement mavisi ojelerine baktı. Uzun uzun düşündü. Neden gitmişti ? Bu sorunun cevabını adı gibi biliyordu. Ama kendine bunu söylemeye cesareti yoktu. Kim bilir belki de asla olmayacaktı. Soranlar "Aptal bir kavga ettik, ayrıldık." diyecekti. Uçları silinmiş parlement mavisi ojelerine bir kere daha baktı. Onunla yaşadığı ütün anılar, bir film gibi gözünün önünden geçip bir bir aklından siliniyordu sanki. Her düşündüğünde biraz daha bulanıklaşıyordu anıları. Her düşündüğünde daha çok belirsizleşiyordu, zaman, mekan, kişiler... Her düşündüğünde biraz daha derine sürüklüyordu onu düşünceleri. Her düşündüğünde gözleri dolmaya başlıyordu. Her düşündüğünde gece koynuna giriyordu. TAK ! Bir çığlık attı. Çünkü beyninin içine bu kadar dalıp gitmişken onun dikkatini dağıtan bu ses de neydi ? Aldırış etmeden yazmaya devam etti. Elindeki kalemle bir kağıda bir şeyler karalayıp duruyordu. Yazıyordu, yazıyordu... Her satırda beyninin daha da derinlerine gidiyordu. Her satırda ölümü hissediyordu. Ne zaman yazmayı bıraksa, düşünmeye başlıyordu. Düşünerek yazıyordu bazen de. Şimdi ki harf hangisi olmalı, ne yazmalıyım ? Umudu bu hayata sahip olduğu belki de tek şeydi. Kaçtan beri uyanıktı bilmiyordu. Gece üç sularında uyumuştu. Dayanılmaz bir baş ağrısıyla uyanmıştı sabah sabah. Bu yüzden hiç çekinmeden basmıştı küfrü. Kalkar kalkmaz da eline geçirdiği bu kalem ve kağıtla birlikte düşünüyordu işte şimdi. Yaz mevsimiydi. Nefret ederdi yazdan. Hatta tiksinirdi. Yağmur yoktu çünkü. Ve onun savunduğu tek bir şey vardı ; Yağmurlu havalarda insanlar daha çok yazar. Çünkü daha çok ilham getirir insana. Ve o asla nefret edemezdi kendinden. Hep etmek istemiş fakat asla bunu yapamamıştı. Hep ölmek istemiş ama asla bunu yapamamıştı. Ölmeyecekti. Nereden açılmıştı bu ölüm konusu ? Sahi ya yağmur... Ölse bile mutlaka yağmurlu bir günde ölecekti. Ölse bile mutlaka yağmur taşıyacaktı tabutunu. Rüzgarın uğultusu tabutunu aralayıp ulaşacaktı kulaklarına. Rüzgar gelip okşayacaktı saçlarını. Ama henüz değil. Bütün bunların olmasına daha çok vardı. Yalnızlığın zehirli melodisi beynini içinde yankılana yankılana her hücresini kemiriyordu. ruh ölümü çoktan gerçekleşmişti. Ama o buna meydan okumuştu. Sadece bedenden bile ibaret olsa hala düşünebildiği birkaç kötü anısı vardı. sanki büyük bir temizlik yapıyordu. İyi olan bütün anılarını sıfırlıyordu. Sadece kötüler kalıyordu geriye. HAYIR ! Son zamanlarda, yorgun, kızgın, kırgındı. Hepsi bu. İyi anıları hatırlamak, çok daha acı verirdi çünkü. Bunu biliyordu. Ama kötü anıları düşünmek insana güç bile verebilirdi. Çünkü, "Ben neler atlatmışım bunu mu atlatamayacağım ?" hissine kapılır insan. Bu kez farklı hissediyordu. Tamamen yalnız. Ve hatta kimsesiz. Kiminle olursa olsun, gece yalnızlığını alıp uyuyordu koynuna. Üstelik sadece kendininkini de değil ; Geceni yalnızlığını, ayın yalnızlığını, güneşin yalnızlığını, sabah yıldızının yalnızlığını... Üstelik o hiçbir gece ağlamadan duramazdı. Yalnız olmaktan çok yorulmuştu. Ve ona bu yalnızlığı unutturan tek kişi de arkasına bile bakmadan çekip gitmişti. Ama artık umursamamayı öğrenmesi gerekiyordu. Onu sevecek bir insan, onu olduğu gibi sevmeliydi. Hayatında bir kez olsun birine inanmıştı ve hayatında bir kez olsun birini bu kadar sevmişti. İyi anılarını silmek çok zordu. Çünkü çok vardı. Ama düşündükçe her şeyin ne kadar da sahte olduğunu anlıyordu. Tek iyi rol yapabilen kişi o değildi bu hayatta. Onun dışındaki insanlarda gayet iyi rol yapıyordu. Ama diğer insanlar, bunu yaparken insanların kalbini kırıyordu. O ise bu rol yapışını asla insanlara acı vermek veya insanların kalbini kırmak için kullanmamıştı. O asla sevmek için sevmemişti. Hayır ! Şuanda kendini hissedemiyordu. Ne nefret ediyordu, ne seviyordu. Ölemezdi. Böyle boktan yaşamaya devam etmeliydi ; Yalnız ve umutsuz. 

Sevgi Mafyası ( Parlement Mavisi )

"Sakız alma, sakız çok zararlı bir şey. Oradan bir kısa Marlboro alabilir miyim ? " diyerek bakkaldaki adama parayı uzatan bu kadın, sivri uzun topuklu ayakkabıları, siyahlı beyazlı mini elbisesi, kırmızı ojesi ve rujuyla tam bir iş kadını profili çiziyordu. Düşünmeden edemedi çocuğu niye yanındaydı ki ? Kim bilir belki onu da işe götürmüştü veya sabahları göz kulak olması için bıraktığı annesinden almıştı çocuğunu. Umrunda mıydı ki ? Kendi hikayesi asla bu kadar dört dörtlük olamayacaktı. Kendisine baktığında saçı başının tepesinden dandik bir topuz ile toplanmış, ayağında çıkarmaya üşendiği pofidik terlikleri, üzerinde sabahlığı... Gözleri ağlamaktan şişmiş, gözleri sık sık dalıp giden, huysuz bir Ruh Delisi haline gelmişti. Elinde sıkıştırdığı parayla birkaç paket hazır kahve ve sigara alacaktı. Geceyi böyle geçirmeyi planlıyordu. Kendi tahmin ettiği gibi biri olmadı. Olamadı. Kendi yolunda hep emin adımlarla, dik omuzlarla yürümeye çalıştı. Yaptı. Çabaladı ve iyi bir yerlere geldi. En azından kendine göre iyi bir yere geldi. Peki şuan niye mi bu haldeydi ? Kötü bir süreç sadece. Gökyüzünün bulutlarla kaplı olduğu, karanlık güneşinin asla batmadığı, ayın parlamaktan vazgeçtiği kötü bir süreç... Hayır, ruhunun ölüp bedeninde kalması kadar kötü bir süreçti bu. Hayır, ayın geceye küsmesi kadar kötü bir süreçti bu. HAYIR ! Ayın istifa etmesi kadar kötü bir süreçti bu. Olur mu ? İnsanların sevgisini yitirdiği kötü bir süreçti bu. Hiç uykusu yoktu. Uykusu olmadığında ise ay olmazdı. Hayat onu yormuştu da yormuştu. Ama biliyordu. Bu geçecek olan bir süreçti. Çok kısa zamanda yine aynı sıkıcı ve kötü olan hayatına geri dönecekti. Çünkü bu bir süreçti. Yıllardır süren. Asla bitmeyecek gibi de gelse, bu bir süreçti. Ve o bunu da atlatacaktı. Yıkılamazdı, bu kadar erken olmayacaktı ölümü. Daha yaşaması gereken çok şey vardı hayatında. Hep güçlü kalmaya çalıştı. Ve bunu kimsenin yapamadığı kadar iyi yaptı. Çünkü insanlar hiç çekinmeden, hiç utanmadan sıkılmadan ağlayabilirdi. O ise kıyamazdı gözyaşlarına. O ise kıyamazdı gecelerine. O ise ağlardı her gün ve her gece. Bu hale gelmeyi hiç istememişti. Nasıl olduysa olmuştu işte. 

-Evet hanımefendi ? 
-...
-Hanımefendi ? 
-Özür dilerim dalmışım. Bir kırmızı Winston alabilir miyim ? He bir de bu kahveler var. 
( Adamın, aldıklarının ne kadar tuttuğunu söylemesine izin bile vermeden parayı adama verdi. ) 
-İyi günler ! 
-Size de...



Düşüncelerinin tam en yoğun olduğu anda onu bölen bu adama küfür mü etmeliydi, yoksa teşekkür mü bilemedi. Bu küçük bakkaldan çıkmasıyla sigarasını yakması bir oldu. Eve kadar fazla yürümesi gereken bir yolu yoktu. Bu kadar kısa yol için bile iki tane sigarasının ölümünü gerçekleştirmişti bile. Biran için tekrar duraksadı... Ölüm... Tanıdık bir melodiydi aslında. Kopup en fırtınalı gecenin ayazından kulağa gelen... Belki de sadece Güçsüz Kokarcadan Akla Takılası Birkaç Terim den biriydi. Bilemezdi. Sonunu asla bilmeden yaşıyordu. YANLIŞ ! Sonu belli. Herkes ölecek. (İşte bu yüzden herkes ölüyor hikayelerimde. Konumuz bu değil.) Ama nasıl ? O nasıl ölecek ? Bu onun elinde değil. Neden ? İnsanların nasıl öleceği kendi ellerinde olmalı. Herkes kendi ölümüne kendisi karar vermeli. Herkes, en sevdiği şarkıyı dinlerken ölmeli. Herkes en acılı biçimde ölmeli. Belki de kimse ölmemeliydi ? Mutlu olan herkes sonsuza kadar yaşamalıydı. O da biliyordu, insanlar insanları, insan oldukları için sevmezlerdi. Ölmek istemiyor ama ölmeye mecburmuş gibi hissediyordu. Mecburdu zaten. Ama o kendi elinden olmasını istiyordu ölümünü. Belki de ancak öyle mutlu olabilirdi. Kafası ve duyguları o kadar karışıktı ki... Ne yapacağını bilmez bir haldeydi. Buna rağmen pes etmeyecekti. Buna rağmen hala yaşamda tutunabileceği bir dal olduğuna inanıyordu. Belki de sadece kendini inandırmaya çalışıyordu. Belki de sadece yaşamaya çalışıyordu. Bugüne kadar çok hatası olmuştu. Bu güne kadar yaptığı hiçbir şeyden pişmanlık duymazken, şimdi içindeki pişmanlık onu yiyip bitiriyordu. Her şey çok mu ani olmuştu ? İçinden geçirdi ; "HAYIR ! Ben Ay'ın hiç istifa ettiğini görmedim." Her zaman kendi acılarından güç alıp yaşamaya devam etti. Her zaman o acı çekemez gibi yaşamaya devam etmişti. Nihayetinde evine varmıştı. Bahçe kapısını açıp, bahçedeki taş masanın yanında duran bir sandalyeye oturdu. Sigarası için bir küllük ve yine sigarasını yalnız bırakmamak için de bir kahve aldı. Bahçeye açılan mutfak kapısını bu yüzden seviyordu. Ve evet ! Deniz ayağının altındaydı artık. 

-Pardon ? 
-Evet, bana mı seslendiniz ? 
-Evet, siz o musunuz ? 
-O ? 
-Şu dergilerde röportajları olan ? 
-Benim, uzun zaman önceydi ama. Yazmayı bırakalı çok oluyor.
-Çok yazık. Oysaki ben sizinle bir röportaj yapmak için buradaydım.
( Kendisine bakan bu bir çift parlayan gözü reddetmek zor olacaktı. Karşısındaki kız belli ki ona ulaşmak için çabalamıştı.)
-Bahçe kapısı açık. Lütfen içeriye gel.
-Teşekkür ederim.

Kısa süren bir sessizlikten sonra ; 

-Ben sizin çok büyük bir hayranınızım aslında. Ama ne bileyim, sizin yanınızda buz kesti dudaklarım.
-Teşekkür ederim. Şu işi biran önce bitirsek ? 
-Tabii, kusuruma bakmayın. Sizi sıkmak istemedim. İlk soru : Neden yazmayı bıraktınız ?
-Canım sıkıldı. 
-Geçerli bir sebep mi bu sizce ? 
-Geçerli veya değil, zor zamanlar geçiriyorum. 
-Yazarken kimlerden ilham alıyorsunuz ? 
-Sadece kendimden. 
-Nasıl bu kadar bencilsiniz ? 
-Hayat yüzünden. 
-Hayat size ne yaptı ? 
-Kahve ? 
-Hayır, teşekkürler. 
-Sen bilirsin. Hayat beni yordu. 
-Yaşam sevincinizi, umudunuzu alacak kadar mı yordu ? 
-Sizin gibi olmamak için ne yapmalıyım ? 
-Savaşmalısın. 
-Siz tanıdığım en iyi savaşçısınız. 
-Hayır değilim. Şu halime bak. 
-Halinizde bir şey yok. Emin olun. 
-Var. Başka sorunuz.
-Boş verin, ölülerle röportaj yapmak istemiyorum. İyi geceler. 
-İyi geceler. 

Tekrar geceyle yalnız kalmıştı. Kimdi bu yabancı ? Cidden sadece röportaj yapma amacında olan basit bir dergi editörü falan mıydı ? Buna yıl sonra niye hala onu merak eden birileri vardı ki ? bunca yıl sonra neden tekrar çıkıp öylece belirmişti. Eve girdi. Çünkü üşümüştü. Eve girdi ve çatıya çıktı. Kollarını iki yana açıp rüzgarı iliklerinde hissetti. Ölümü hissetti. Ve kendini boşluğa öylece bıraktı. Evi iki katlıydı ama düştüğü yer betondu. Boşlukta geçirdiği kısa süren bir zamanda yıldızların ne kadar güzel olduğunu fark etti. Ama fazla zamanı olmadı. Yerdeki kanı çoktan yıldızlara karışmıştı bile. 

4 Ağustos 2013 Pazar

İdolüm ; küçük İskender

En büyük hayalim onunla tanışmaktı. Ona "Merhaba!" diyebilmek, kitaplarımı imzalatmak, sesini duymaktı. Gerçekleşti. Kasım ayıydı sanırım. Ve en azından bu çok sevdiğim şiiri de blog'umda yer alsın istedim. 



kesik bir el taşıyor avcunda kanımı

cam konçerto; tutku müsveddesi bir
aşkta duyulanİ kıskıvrak ağularla
hendeğinde gecenin tehlikesi büyük, 

taviz; pratisyen ruhta karma, ölüm ve
hayal; sereserpe yokolunan susuş;
kirli kadınsı, metropol alışkanlıkları..

kesik bir el taşıyor avcunda kanımı

sapıtmış gecelerde yanlış ihanetlerin
nergislediği aydan şimdi suya düşem 
gölgesi ve şuurunu yitirmiş sarı ölü
bahçelerinden ta en uzaklara sıçranan

yokluğunda kaybolan bir insanın yüzü
ulu çocukların haşır neşir gülüşmelerinde, 
hevesli, 
ne yazık, unutuldu ilk yağmur ve ıslak  
saçlarınızda çok önceden bıraktığınız 
gül şimdi 
mütemadiyen arzu kokuyor menfi

yokluğunda kaybolunan bir adanın yüzü 
ulu çocukların yakapaça sevişmelerinde, 
triplerde gizli,

şad'oldu erguvan takvimi, mağma geldi
oluk oluk ağzından burnundan gülün..

ham intihardan daha korkuncu yoktur,
kesik bir el taşırken avcunda buzlanmış kanımı..

Yaz Rüyası ; Yakamoz

Canım arkadaşım Mısra TAŞKIRAN'a ithafen...

AŞKTAN KORKAN BİZİM GİBİ OLSUN ! 




GEÇMİŞE DÖNÜŞ 

Aşık olduğu çocukla, hem ilk okul hem de lise boyunca aynı okuldalardı. Kız tam iki senedir ondan hoşlanmış, fakat ona bir şey söyleyememişti. Çocuk ise dolaylı yollardan bunu öğrenmişti. Ve orta okul bittikten sonraki yaz ayında bir ay kadar birlikte olmuşlardı. Kız iki sene boyunca sevdiği çocuktan ayrılınca kendini toplayamamış ve lise birinci sınıf boyunca onu düşünmüştü. Kimseye söyleyememişti duygularını. Bir yandan onu seviyordu ama bunu kendine bile itiraf etmeye cesaret edemiyordu. Korkuyordu çünkü. Hala sevdiği bu çocukla aralarında tekrar bir şey olursa ve bu kez de ayrılırlarsa o dayanamazdı. Hassas bir kızdı. Kırılgan duyguları vardı. Ondan ayrıldıktan sonra ne kulağı doğru dürüst duyar olmuştu, ne gözleri görür olmuştu. Yağmurdan başka hiçbir şey onu mutlu etmiyordu. Gülüyordu ama gülerken bile canı acıyordu. Hemen aklına o geliyordu. Onunlayken mutluydu. Onsuz yapabiliyordu. Ama onunla olmak varken onsuz olmaya dayanamıyordu. Canı acıyordu. Bir yandan da hayattan vazgeçmemişti. Derslerine dört kolla sarılmıştı. Çünkü belirli bir hedefi vardı. Yapmak istediği şeyler, yaşaması gereken olaylar vardı. Lise bir boyunca beş iyi arkadaş edindi kendine. Üçünü önceden tanıyordu. Diğer iki kız da kolaylıkla aralarına uyum sağlamıştı. O ise bu iki kızdan birini kendine daha yakın hissetmişti. Kısa sürede iyi bir arkadaşlık kurmuştu. Sevdiği çocuğu unutmak için çok çabalamıştı. Ama bir türlü bunu becerememişti. En ufak bir şey de onu hatırlıyordu. Onu hatırlamak onda buruk bir tebessüm yaratıyordu çoğu kez. Kırgın ve yorgun bir tebessüm... Ne zaman duyguları karışsa, kendini odasının balkonundan denize dalıp gitmişken buluyordu. Okul artık son demlerini yaşıyordu. Ve sevdiği çocuk ona mesaj atmış ve yine konuşmaya başlamışlardı. Ona karşı ne hissettiğini bilmiyordu. Zamanla nefrete dönüşen bir aşk mıydı onunkisi ? Yoksa aşkın en sade hali miydi bu ? Kendi içinde verdiği bu savaşa yenilmek istemiyordu. Güçlü kalmaya çalıştıkça onu daha da derine çeken bir yara vardı kalbinde. Her gözyaşı bu yaraya damlayıp canını yakardı. Her gülümsemesinde yarası biraz daha açılırdı, canını yakardı. Ne zaman sevdiği çocuğu düşünse, yarası sızlardı. Bu yarayı iyileştirebilen tek şeyin zaman olacağına inandırmıştı kendini. Hep buna inanmış, hep bu fikri benimsemişti. Hayal kırıklığına uğramıştı. Günler, haftalar, aylar geçmişti ve o hala ilk günkü gibi aklındaydı. Ve hala onunla konuşuyordu. Yaptığı doğru muydu bilmiyordu bile. Onun bir daha kendisini sevebileceğine hiç inancı yoktu. Bu yüzden karışıktı kafası. Okul kapandıktan kısa bir süre kafasını meşgul eden bir şey kalmadığı için devamlı sevdiği çocuğu düşünür olmuştu. Ve yine kendini denize dalıp gitmişken bulmuştu, o sıcak ama ruhu okşayan bu güzel yaz gecesinde. 

-Hey ! 
-Sen...Sen de kimsin ? 
-Benim...
-Git buradan ! 
-Birkaç dakika konuşabilir miyiz ? Lütfen. 
-İyi. 

Odası arka bahçeye bakıyordu ve üst kattaydı. Annesinin onu görmesi imkansızdı. Deli gibi atan kalbi "Hadi git ve sarıl ona !" diyordu. Ama o, bunu yapamazdı. Çünkü beyni asla kalbiyle aynı fikirde olmamıştı. Kalbi, her geçen saniye daha hızlı atmaya başlamıştı. Üzerine spor bir şeyler giydi. Heyecandan eli ayağına karışıyordu. Bunu sevdiği çocuğa belli edemezdi. Ona istediğini vermeyecekti. Merdivenleri hızlıca indi. İnerken kalbi az da olsa yatışmıştı. Annesine arkadaşlarının onu sahile çağırdığını söyledi. Annesi de çok geç kalmaması şartıyla izin vermişti. Bahçe kapısında geçti ve sevdiği çocukla buluştu. 

-Uzun uzun konuşmak istiyorum.
-(Atan kalbine aldırış etmeden.) Konuşacak bir şeyimiz yok bizim.
-Ve ona rağmen sen aşağıya indin. Yapma, gel adam akıllı konuşalım. Lütfen..
-Peki dediğin gibi olsun.

Kısa bir mesafe yürüdükten sonra sahile ulaşabiliyorlardı. Ay, bütün güzelliği ile denize yansıyordu. Yakamoz... En sevdiği manzaraydı belki de. 


ÖLÜM ; KENDİNE İYİ BAK ! 

-Şu kafeye oturalım mı ? Ben burada çalışıyorum hem. Zaten zar zor izin aldım. Fazla vaktim yok. 
-Benim de fazla vaktim yok. Tamam oturalım. 

Kafenin tabelasına biranlık bir göz kaymasıyla bakmıştı ; Yakamoz... Hala bu yaptığına anlam veremiyordu. Neden kabul etmişti bu teklifi ? Onun için doğru olan bu muydu ? Doğru olan buysa da neden ? Neden doğru olan oydu onun için ? Bu kez, ayrılırlarsa buna dayanamazdı, ölürdü. Oturdukları kafe denizin içindeydi. Ve ay ışığı ayaklarına kadar geliyordu. Ara sıra da ayaklarını okşayan deniz, az da olsa onun düşüncelerini sakinleştirmişti. 

-Ben, ben seni seviyorum. Hep de seni sevdim. Senden başka da kimse olmadı benim için. Başkalarıyla birlikte oldum, evet. Ama inan ben hep seni sevdim. Senden başka kimseyi, senin gibi sevemedim ben. Hem inan çok değiştim. Eski benden eser yok. Bana inan. Ben sadece seni seviyorum. Bunda yanlış bir şey yok. Sadece kafam karışıktı biraz. Bana kırgın ve kızgındın, biliyorum. Bu yüzden seninle konuşmaya cesaret edemedim. 
-Şimdi ne değişti ki ?! Sana hala kırgın ve kızgınım ! 
-Değişen şey benim... Bana zaman ver, sana bunu kanıtlayayım. Ama lütfen bana inan. 
-Ben... 

Deniz, ayaklarına kadar uzanırken, ay denizle tatlı tatlı sevişirken biranda sevdiği çocuk onun dudaklarına ufak bir buse kondurdu. Şoka uğramıştı. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Hiç durmayacak gibi atıyordu. Biranlık bu şaşkınlığı üzerinden atıp kendini geri çekti. 

-Seni seviyorum. 
-Ben de seni seviyorum. 

Her şey gayet yolunda gidiyordu. Her şey güzeldi. Sevdiği arkadaşları yanındaydı. Sevdiği çocukla yine birlikteydi. Uzun zamandır hiçbir şey bu kadar yolunda gitmiyordu. Ve bu olanlar daha çok ona mutluluk veriyordu. Artık sevgilisi olan sevdiği çocuğun, Yakamoz'da akşam çalıştığı günlerden biriydi. O da her şeyin verdiği bu mutlulukla arkadaşlarıyla birlikte sahile çıkmaya karar vermişti. Arkadaşlarıyla sahilde bir kafede dondurma yedikten sonra kısa bir yürüyüşe çıkmaya karar vermişlerdi. Derken, sevgilisinin eskiden birlikte olduğu kızın Yakamoz'a girerken gördü. Bu durum hiç hoşuna gitmedi ve hemen adımları hızlandırarak sevgilisinin çalıştığı kafeye girdi. O kızın gözü önünde sevgilisiyle konuştu. Sesini biraz yükselterek "Bu o...u hala niye senin peşinde ?!" diye sevgilisine söylendi. Bunu duyan sevgilisinin eski sevgilisi, hemen yanlarına geldi. Ufak bir tartışma yaşandı. Kız bağırıp çağırdı. O ise hiç aldırış etmedi ve kendini tutmaya çalıştı. Yapamadı. Kafenin ortasdında birbirine deliler gibi bağıran iki kız vardı. Çocuk hemen olaya müdahale etti ve iki kızı ayırdı. Kızın yanağına da bir öpücük kondurarak onun gönlünü aldı. Her şey yoluna girmiş gibi de görünse, çok sinirlenmişti. Hatta öyle ki sinirden gözleri dolmuştu. Eve geldiğinde sinirinden kapıları çarpa çarpa odasına geçti. Sevgilisi işten çıktığında mesajlaşmaya başladılar. Uzun süren bu konuşma biranda kavgaya dönüştü. Kız, "Bitti." mesajını atarken yanağından süzülen iki damla gözyaşına hakim olamamıştı. Bu mesajdan sonra aslında kısa olan ama onun için sonsuzluk gibi gelen bir süre boyunca sevgilisine ulaşamadı. Sinirleri iyice zayıflamıştı. Çalışma masasının çekmecesini açtığında ilk gözüne çarpan şey falçatası olmuştu. Sevgilisinin daha doğrusu artık eski sevgilisin telefonun kapalı olduğunu bile bile tek bir mesaj attı ; Kendine iyi bak. Hakkını helal et !. Falçatayı sapından sıkı sıkı tutuyordu. Balkona çıktı. Gözleri denize dalmıştı yine. Zaman o kadar güzeldi ki, yine ay denizle birlikteydi. Yine en sevdiği manzara vardı. Hafif bir melodi geliyordu kulağına dışarıdan : Mavi Kuş ile Küçük Kız... Ölmesi için çok erkendi. Her ölüm erken ölümdü oysa ki. Düşünürse yapamazdı biliyordu. Gözleri denize dalmış bu güzel manzarayı seyrederken, elindeki falçatayı bileğine doğru götürdü. Son kalan gücüyle, falçatayı diğer eline alıp diğer bileğini de kesti... Çok geçmeden vücudu balkondan aşağıya doğru süzüldü. Düşerken rüzgar sevdi onu, ay ağladı arkasından...Yakamozun dili kesildi... Bir mesaj ; "Helal olsun !.."


2 Ağustos 2013 Cuma

Hayat Provası

Umut Sönmez için...

-Merve ! Terliklerimi yine bulamıyorum.
-Yatağın altına baksana !

Merve onun üniversitede birden beri ev arkadaşıydı. Biraz alımlı uzun boylu, sarışın uzun saçlı ve mavi gözlüydü. O ise uzun boylu tam bir esmer güzeliydi. Beline kadar gelen kahverengi saçları ve yemyeşil gözleri ile herkes onu az çok tanırdı. İkisi de üniversite üçüncü sınıftı. O Merve'ye göre biraz daha çalışkandı ve üçüncü sınıfta olmasına rağmen hala en sevdiği ders psikopatolojiydi. Bu derste insanların duygu ve düşüncelerindeki sorunları hocayla hiç çekinmeden tartışabilen tek kişi oydu. Birkaç kez hocayla tartıştığı için dersten bile atılmıştı. çünkü hoca haksızdı. Ve bunu o da biliyordu. Buna rağmen suçlu görünen oydu. Genelde bu derste ruh sağlığı bozuk olan insanlardan bahsedilirdi. Her ders kendisini başkasının ağzından dinleyip çıkardı. O yirmi bir yaşında bir üniversite öğrencisiydi. Kendini bu üniversiteye zar zor atabilmişti. Ailesinden uzaklaşmak için her şeyi yapardı. Bu şehir dışındaki üniversite de onun kurtarıcısı olmuştu. Aldığı burslar ve bu yaşına kadar biriktirdiği ufak miktarda paralarla Merve ile birlikte bir ev tutmuşlardı. İki kız üç senedir öyle böyle geçiniyorlardı. Merve onun aksine üniversitede bir dakika bile kalmak istemiyordu. O ise üniversitede kalıp öğretmenlik yapmak istiyordu. Yapacaktı da. 


-Geç kalıyoruz ! 

-Geldim. 

İki kız da gayet güzel hazırlanıp okulun yolunu tutmuşlardı. Evleri ile okulları arası bir duraktı. Otobüse binip üniversiteye vardılar. Birazcık gecikmişlerdi. Ve ilk dersleri çok sevgili psikopatoloji öğretmeniyleydi. 


-Allah kahretsin ! 

-Ne oldu ? 
-İlk ders kimin baksana ! Ve biz geç kaldık. 
-Bir şey olmaz, güven bana. 

Kocaman kapıyı çalıp, derslikten içeriye girdiler. Merve hemen sessizce gidip boş bulduğu yere oturmuştu. Çantasını da Merve almış ve yanındaki yere koymuştu. O ise hala ayaktaydı. 



-Siz bayan Demir oturmayacak mısınız ? 

-Bir şey demenizi bekliyorum.
-Geç kalan sizsiniz. Sizi derse aldığıma şükredin. Oturmanız için size davet verecek değilim. 
-Yapmanız gerek bu. 
-Neden geciktiniz ? 
-Keyfim öyle istedi. 
 O sırada Merve ile göz göze geldiler. Merve ona susması için el kol yapıyordu. 
-Çıkın dışarı bayan Demir ! 
-Niye davranışlarıma katlanamıyor musunuz sayın Koçoğulları ? 
-Tartışmak mı istiyorsunuz ? Yenileceğinizi bile bile. 
-Kendinizi ne sanıyorsunuz hocam ?! 
-Ne biçim konuşuyorsunuz ?! Ben sizin hocanızım. 
-Ben de öğrenciniz. Memnun oldum ! 
-Terk edin dersliğimi ! 
-Bu dersi hakkıyla veren tek öğrenciniz benim ! Kabul edin ! 
-Çalışkan olmanız bir şeyi değiştirmez. 
-Çalışkanlıktan bahseden kim ki ? 
-Benim !
-Çıkın dışarı hocam ! 
-Saygısız ! 
-Orada durun. Benim mücadele ettiğim şeyleri bilmiyorsunuz. Bu derste iyiyim çünkü siz hergün kendi ağzınızla beni tanımlıyorsunuz. Hergün bu fakültedeki yüzlerce kişiye beni anlatıyorsunuz. Dersinizdeki öğrencilere benimle nasıl başa çıkabileceklerini anlatıyorsunuz.
-Ne münasebet ! 
-Ben psikopatım. Bakınız anlatayım. Küçük yaşta bir trafik kazası geçirdim. Babamı kaybettim.
-Başın sağ olsun.
-Yalakalığa lüzum yok nefret ederdim o heriften. Her neyse. Beni şehir dışında bekleyen aptal bir ağabeyimle ağlak bir annem var. Onlardan kaçmak için buradayım. Buraya girene kadar canım çıktı. ama bakınız değdi. Sizinle çok iyi anlaşıyoruz. 
-Bana öyle gelmedi ! 
-İnsan en çok en sevdiği ile tartışır hocam. Yoksa öğrencilerinize bunu öğretmediniz mi ?! 

Derslikteki herkes şaşkın gözlerle hoca ile kıza odaklanmış ağızları bir karış açık onları izleyip onları dinliyorlardı. Kimse sesini çıkarmaya cesaret edemiyordu. O ise hala ayakta omuzları dik bir şekilde hocaya baş kaldırışına devam ediyordu. Kısa bir sessizlik hakim oldu. Kimsenin konuşmaya niyeti olmadığını anlayınca derin bir nefes aldı ve verdi. Topuklu ayakkabılarıyla biraz zorlansa da anfinin üzerine çıktı. Kırmızı diz üstündeki elbisesini düzelterek hocayı parmağıyla işaret etti ve devam etti ;  


-Siz kimsiniz ? Ne için yaşıyorsunuz ?! 

-Ben..
(Hocanın sözünü bölerek devam etti.)
-Kim olduğunu biliyorum moruk ! Amacını söyle bana ! Boşa yaşıyorsun. Herkes gibi. Hepimiz gibi. Benim gibi. Ve bu dersliğe tıktığın onlarca insan gibi sen de boşa yaşıyorsun.
-Boşa yaşamak nedir ?!
(Çekinecek bir şeyi yokmuş gibi bütün gösterişiyle eğildi. Ve çantasından bir şey aldı. Arkasında kavuşturdu daha sonra da ellerini.)
-Boşa yaşamak, ölü yaşamaktır. Umutlarını kaybetmek ama zorla yaşamaktır. Birinin adı kirlenecekse bu siz olmalısınız hocam.

Ve bu diyalogtan sonra arkasında sakladığı bıçağı çıkartıp kendi boğazını biran bile düşünmeden kesti. Hocası şaşkın gözlerle ona bakıyordu. Onun bedeni ise çoktan anfinin üzerine yığılıp öylece kalmıştı bile. Kanı yerlere damlıyordu. Herkes çığlık çığlığa dersliği terk etti. Sesleri duyup gelenler de oldu. Ağlayanlar şok geçirenler oldu. Hocası hala hayretle ona bakıyordu. Haklıydı, o her ders onu anlatıp durmuştu. 


SİZ !

Hadi ben yazıyorum. Psikopatça yazıyorum hafiften de. Size ne oluyor lan ?! Kadın kendini öldürüyor, sen gidip "Eğlenceli" kutucuğunu işaretliyorsun. Al işte. Ben senin içindeki şeytanım aslında. 

1 Ağustos 2013 Perşembe

Tahrik Eden Kan

Ne garip hayat, öyle değil mi ? Etrafımızda olan bitenlere seyirci kalmak... Ne kadar normal geliyor bize ? İnsan olduğumuzdan şüphe duyduğum zamanlar oluyor. Daha doğrusu ne kadar insanız bundan şüphe ediyorum. Neden yaşadığımıza anlam veremediğim dakikalar oluyor... Hadi gelin o dakikalardan birine götüreyim sizi... 



Başkalarının acılarından zevk alır hale gelmişti. İnsanların canını yakmak, en az kendine zarar vermek kadar mutlu ediyordu onu. Bu acıyı insanlara elinde olmadan veriyordu. Kendi elinde olan bir şey değildi bu. İnsanlar onu seviyordu. Ama o insanları sevmiyordu. O zaman da suçlu o oluyordu. Yıllar geçtikçe daha iyi bir oyuncu olmuş ve insanları sevmese de bunu ona belli etmemeye başlamıştı. İyi ki vardı. Kendini seviyordu. O olmasaydı birçok insan bu kadar iyi olamazdı. Onun sayesindeydi insanların bütün gülümsemeleri, bütün sevinçleri. İnsanların çoğuna inanmıyordu, inanamıyordu artık. Ne zamandan beri bu haldeydi ? Uzun bir zaman sayılamazdı. Etrafında olan biten hiçbir şeye aldırış etmeden boş boş yaşıyordu. Etrafındaki insanlar üzülüyordu, gülüyordu, ağlıyordu... Onun ise bu umrunda bile değildi. Gece evine gittiğinde kahvesini ve sigarasını alıp camın kenarında öylece ince ince yağan yağmuru seyrederdi. Evi iki katlıydı ve o yağmura yakın olmak için her zaman üst katta oturup izlerdi yağmuru. Ona karışabilecek kişilerin hepsini, yağmurla birleşince en güzel kokuyu salan toprak alıp götürmüştü. Hem de çok uzun zaman önce. Bu yüzden yalnızdı bu hayatta. Diğer insanlar için yalnızdı. Ona göre ise o özgürdü, yalnız değil. İstediği zaman istediği gibi gezip eğlenebiliyordu. Sınır yok, özgürlük var. Dışarıdan onu görenler onu acımasızca eleştiriyordu. "Zavallı kimsesi yok." diyen teyzeleri öteki kaldırımda yürürken bile duyduğu oluyordu. Henüz yirmi bir yaşındaydı. Ama mutlu bir hayatı vardı. Sevdiği ve uzun süredir birlikte olduğu bir erkek arkadaşı vardı. Çok sık tartışsalar bile ikisi de asla birbirini bırakamazdı. Çakan bir şimşekle dikkati dağıldı. Hatta öyle ki sigarası elini yaktı. "Ah ! Kahretsin !" diye sövmekle yetindi. Öylece izlemekle kalmayacaktı, dışarı çıkıp yağmuru hissedecekti. Çıktı. Topuklu ayakkabılarını, dizlerine kadar gelen paltosunu da giyip çıkacaktı. Şemsiye almalı mıydı ? Şemsiyesini yerinden aldı. Ama yanına almamaya karar verip yerine geri bıraktı. Yağmuru hissetmeliydi. Onu severdi. Öyle ki sırf bu yüzden yaz mevsiminden iğrenirdi. Kahvesini bıraktığı için her ne kadar üzgün olsa da sigarası yanındaydı. Sigarasını yakıp karanlık yollardan ilerlemeye devam etti. Oturduğu yer, yaşadığı şehrin göbeği sayılırdı. Her adım başı rastlayabileceği bir bar mutlaka vardı. İçmeyi sevmezdi. Ancak çok canı sıkkın olduğunda dozunda içerdi. Hiç zil zurna sarhoş olmamıştı. Kafası çok bulanıktı. Canı çok sıkkındı. Hiç düşünmeden kendini bir bara öylece attı. Bir bardak bira istedi. Birasını içerken insanları düşünmeden edemiyordu. Her derdi olan ona geliyordu. Bu durumdan şikayetçi değildi. Ama o da yorulmuştu artık. İnsanların yaşadığı şeyler bazen cidden çok büyük ve acı şeyler olabiliyordu. Ve bu onu zamanla başkalarının acılarından zevk aldırır hale getirmişti. Şükür ede ede acılardan zevk almayı öğrendi.


-Bir bardak daha alabilir miyim ? 

-Tabii ki hanımefendi. 

İkinci bardakta düşünceleri biraz daha derinleşti. Hayır, ters giden bir şeyler olmalıydı onun da hayatında. Ya insanlar bazı şeyleri çok abartıyordu ya da cidden kusursuz bir hayatı vardı. Sanmıyordu. Dışarıdan bakanlara göre asıl acınası durumda olan oydu. Hayatı boyunca asla "keşke" dememiş, yaptıklarının arkasında durmuştu.  Hiçbir şeyden pişman olmamıştı. Tek pişmanlığı insanları sevmekti. 


-Bir tane daha.

-Elbette. 


Üçüncü bardakta düşünceleri hafif bulanıklaşsa da babasının o annesini öldürdükten sonra kendisini öldürdüğü o an asla gözünün önünden gitmiyordu. Bunu nasıl yapabilmişti babası ? O gün babası eve sarhoş gelmiş, her zamanki gibi annesi dövmüştü. Annesi elindeki bıçağı babasına doğru tutunca da babası biran bile düşünmeden silahını çıkarıp, otuz yıldır aynı yastığa baş koyduğu ve istese onun için canını verebileceği karısının canını almıştı. Bir süre boyunca hiçbir şey yapmadan annesinin ölüsünün yanında öylece oturup ağlamış, sonra da kendi kafasına sıkmıştı. 


-Bana..bir ta...ne..da..ha...

-Hanımefendi iyi misiniz ?
-Bi..bi..bi tane da..ha dedim..

-Tamam veriyorum. 

Dördüncü bardakta o günü olduğu gibi kafasında oynatıyordu. Korkak korkak merdivenlerin kenarından annesine ve babasına öylece bakışını, içinin nasıl ürperdiğini adeta hissetmişti yine. Yağmurlu bir havaydı. Şimşek çakmış, korkup ağlayarak aşağıya inmişti. İndiğinde anne ve babasını birbirine bağırırken gördüğü için yanlarına gitmeye cesaret edememişti. Emin değildi. Ama annesinin bir yerleri kanıyor bile olabilirdi. Sonra da o bütün olanlar. Hem babasının hem annesinin ölümüne şahit olmuştu. Dayanılmaz bir acı hissetmişti. Daha altı yaşında olduğu için o zaman olayın ciddiyetini anlayamamıştı. 


-Bir...

TAK ! 
-Hanımefendi iyi misiniz ? 
-Hanımefendi ? Cevap verin lütfen ?! 
-Hanımefendi. 


Çoktan bayılıp düşmüştü bile. Şansına mı denir şansızlığına mı denir barmen iyi niyetli yirmi, yirmi beş yaşlarında bir çocuktu ve onu kucakladığı gibi hastaneye götürdü. Çünkü başında bir yara vardı ve kanıyordu. 

-Çok şükür iyisiniz.

-Pardon ? Siz... Siz kimsiniz ? 
-Ne olur zorlamayın kendinizi. Daha sonra konuşulur bunlar.

Çok geçmeden tekrar gözleri kapandı ve uykusuna devam etti. Gözünü tekrar açtığında beyaz büyük bir odadaydı. Koluna bağlı olan serumu görünce bir şeylerin ters gittiğini ve buranın bir hastane olduğunu anladı. Yanındaki koltukta uyuyakalmış olan erkek arkadaşı elinden tutuyordu. Belli ki uzun zamandır onun uyanması için bekliyordu. Erkek arkadaşının elini tuttu.


-Çok şükür hayatım ! İyi misin ? Nasılsın ? 

-Ben, ben iyiyim. O nerede ? 
-Kim sevgilim ? 
-Buraya beni kucağında getiren adam, bir ara gözlerimi açtığımda bir adamın kucağındaydım. 
-Barmeni diyorsun. Delikanlı çocukmuş, hakkını vermek lazım. Onun yerinde başka biri olsaydı... Düşünmesi bile kötü. Kucakladığı gibi hastaneye getirmiş seni. 
-Ben iyi miyim  ?
-İyisin birtanem. Sadece başında küçük bir yara var, dikiş attılar. Önemli bir şeyin yok.
-Peki o adam şimdi nerede ? 
-Bilmiyorum, ben hastaneye geldiğimde yoktu. 
-Eve ne zaman gideceğiz ? Burada kalmak istemiyorum, lütfen. 
-Birkaç güne.
-Peki. 

Birkaç gün sonra evde yine oturmuş, yağmuru izliyordu. Ve istemeden de olsa o barmeni düşünüyordu. Yüzünü hayal mayel hatırladığı bu adam, onun hayatını kurtarmıştı belki de. Evet, önemli bir yarası yoktu. Ama o an orada ona yardım etmeseydi, diğer insanalar onun için bu kadar iyi niyetli olmayabilirdi. O adamı bulup teşekkür etmek istiyordu. Kalktı. Ayağına yine topuklu ayakkabılarını geçirdi, paltosunu giydi.  Şemsiyeye öylece baktı. Ve yine vazgeçti. O barın yolunu tuttu. İçeri girdiğinde hiç tanıdık yüz olmadığını fark etti. Hayal kırıklığına uğradı. Onu baştan aşağıya süzen başka bir barmene isteksizce onu kurtaran adamı sordu. Barmen, onun dün gece öldüğünü söyledi. "Ne ?! Olamaz !" diye bağırdı. Bu bağırış bütün gözleri üstüne çekmişti. Barmen ona "Hanımefendi, lütfen dışarı çıkar mısınız ?! Adımızı kirletmenize izin verecek halim yok !". Sert adımlarla dışarı çıktı. Nasıl olurdu bu ? Daha hayatını borçlu olduğu adama teşekkür edememişti bile. Bu olamazdı. Başkalarının acısından zevk alırdı normalde, ama bu onun da acısıydı. Olamazdı. Kabul etmek istemiyordu. "Lanet olsun !" Topuklu ayakkabısının topuğu kırılmıştı. Eve çok kalmadığından yürüyerek eve kadar gitti. Eve girdiğinde zemin kaygandı. Dengesini kaybetti. "VAHŞİ ÖLÜM !" diye ertesi gün bütün gazetelerde adı çıktı. "B.T. (21) evinde vahşice ölü bulundu. Genç kızın boynuna saplanan şemsiye onu hayatından etti." O şemsiye, birkaç gün önce ve şimdi yağmuru hissetmek için, dışarı çıkarken yanına almadığı o şemsiye... Yağmur için ölmüştü.