7 Ağustos 2013 Çarşamba

Yalnızlık Fahişesi

Çığlık
Çığlık
Çığlık
Çığlık
Çığlık



Hayatında bir kez olsun birine inanmıştı. Birinin onu sevdiğine. Hayatında ilk kez yalnız hissetmemişti. İçi üşüdü. Ellerine baktı. Uçları silinmiş parlement mavisi ojelerine baktı. Uzun uzun düşündü. Neden gitmişti ? Bu sorunun cevabını adı gibi biliyordu. Ama kendine bunu söylemeye cesareti yoktu. Kim bilir belki de asla olmayacaktı. Soranlar "Aptal bir kavga ettik, ayrıldık." diyecekti. Uçları silinmiş parlement mavisi ojelerine bir kere daha baktı. Onunla yaşadığı ütün anılar, bir film gibi gözünün önünden geçip bir bir aklından siliniyordu sanki. Her düşündüğünde biraz daha bulanıklaşıyordu anıları. Her düşündüğünde daha çok belirsizleşiyordu, zaman, mekan, kişiler... Her düşündüğünde biraz daha derine sürüklüyordu onu düşünceleri. Her düşündüğünde gözleri dolmaya başlıyordu. Her düşündüğünde gece koynuna giriyordu. TAK ! Bir çığlık attı. Çünkü beyninin içine bu kadar dalıp gitmişken onun dikkatini dağıtan bu ses de neydi ? Aldırış etmeden yazmaya devam etti. Elindeki kalemle bir kağıda bir şeyler karalayıp duruyordu. Yazıyordu, yazıyordu... Her satırda beyninin daha da derinlerine gidiyordu. Her satırda ölümü hissediyordu. Ne zaman yazmayı bıraksa, düşünmeye başlıyordu. Düşünerek yazıyordu bazen de. Şimdi ki harf hangisi olmalı, ne yazmalıyım ? Umudu bu hayata sahip olduğu belki de tek şeydi. Kaçtan beri uyanıktı bilmiyordu. Gece üç sularında uyumuştu. Dayanılmaz bir baş ağrısıyla uyanmıştı sabah sabah. Bu yüzden hiç çekinmeden basmıştı küfrü. Kalkar kalkmaz da eline geçirdiği bu kalem ve kağıtla birlikte düşünüyordu işte şimdi. Yaz mevsimiydi. Nefret ederdi yazdan. Hatta tiksinirdi. Yağmur yoktu çünkü. Ve onun savunduğu tek bir şey vardı ; Yağmurlu havalarda insanlar daha çok yazar. Çünkü daha çok ilham getirir insana. Ve o asla nefret edemezdi kendinden. Hep etmek istemiş fakat asla bunu yapamamıştı. Hep ölmek istemiş ama asla bunu yapamamıştı. Ölmeyecekti. Nereden açılmıştı bu ölüm konusu ? Sahi ya yağmur... Ölse bile mutlaka yağmurlu bir günde ölecekti. Ölse bile mutlaka yağmur taşıyacaktı tabutunu. Rüzgarın uğultusu tabutunu aralayıp ulaşacaktı kulaklarına. Rüzgar gelip okşayacaktı saçlarını. Ama henüz değil. Bütün bunların olmasına daha çok vardı. Yalnızlığın zehirli melodisi beynini içinde yankılana yankılana her hücresini kemiriyordu. ruh ölümü çoktan gerçekleşmişti. Ama o buna meydan okumuştu. Sadece bedenden bile ibaret olsa hala düşünebildiği birkaç kötü anısı vardı. sanki büyük bir temizlik yapıyordu. İyi olan bütün anılarını sıfırlıyordu. Sadece kötüler kalıyordu geriye. HAYIR ! Son zamanlarda, yorgun, kızgın, kırgındı. Hepsi bu. İyi anıları hatırlamak, çok daha acı verirdi çünkü. Bunu biliyordu. Ama kötü anıları düşünmek insana güç bile verebilirdi. Çünkü, "Ben neler atlatmışım bunu mu atlatamayacağım ?" hissine kapılır insan. Bu kez farklı hissediyordu. Tamamen yalnız. Ve hatta kimsesiz. Kiminle olursa olsun, gece yalnızlığını alıp uyuyordu koynuna. Üstelik sadece kendininkini de değil ; Geceni yalnızlığını, ayın yalnızlığını, güneşin yalnızlığını, sabah yıldızının yalnızlığını... Üstelik o hiçbir gece ağlamadan duramazdı. Yalnız olmaktan çok yorulmuştu. Ve ona bu yalnızlığı unutturan tek kişi de arkasına bile bakmadan çekip gitmişti. Ama artık umursamamayı öğrenmesi gerekiyordu. Onu sevecek bir insan, onu olduğu gibi sevmeliydi. Hayatında bir kez olsun birine inanmıştı ve hayatında bir kez olsun birini bu kadar sevmişti. İyi anılarını silmek çok zordu. Çünkü çok vardı. Ama düşündükçe her şeyin ne kadar da sahte olduğunu anlıyordu. Tek iyi rol yapabilen kişi o değildi bu hayatta. Onun dışındaki insanlarda gayet iyi rol yapıyordu. Ama diğer insanlar, bunu yaparken insanların kalbini kırıyordu. O ise bu rol yapışını asla insanlara acı vermek veya insanların kalbini kırmak için kullanmamıştı. O asla sevmek için sevmemişti. Hayır ! Şuanda kendini hissedemiyordu. Ne nefret ediyordu, ne seviyordu. Ölemezdi. Böyle boktan yaşamaya devam etmeliydi ; Yalnız ve umutsuz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder