23 Eylül 2015 Çarşamba

Alev Yağmuru



     Bilmiyorum bu his sadece bana mı oluyor? Yazmam gerektiğini hissediyorum. O an.. O büyülü an nasıl tarif edilir bilmiyorum. Bu sizi elinizde olan bir şey değil. Hadi yazayım deyip yazamıyorsunuz. ya da hadi şöyle bir hikaye yazayım da insanlar okusun beğensin diyemiyorsunuz. Parmaklarınızın ucundan harfleri dökülürken buluveriyorsunuz öylece. Arkada bir müzik çalıyorsa ona uyuyor parmaklarınızın ritmi. Heyecanlanıyorsunuz istemsiz. Ve evet böyle bir güne gözümü açtım ben! Uzun zaman sonra yeniden hikaye karar verdiğim andır bu. Öyle geçiştirmelik değil, hikaye gibi hikaye.. Dev Bir Cüce gibi mesela. Güzel okumalar, bol keyifler.



  Nereden geldiğini hatırlamıyordu. Anılarımızı biz seçemiyoruz, hayattan vazgeçiresi önemli bir detay bence. Yani o an yaşarken ileride "o anı" hatırlayıp hatırlayamayacağımızı biz seçemiyoruz. bir bakıyoruz beynimizdeki o mükemmel bellekte minik bir nokta... O da aynı şekilde o gün nereden geldiğini hatırlamıyordu. Ama ufacık biran çok netti onda. Karanlık yokuşu çıkıp evine varmıştı.
"Karar verdin mi?" diye fısıldadı bir ses geceyi bölerek. Arkasını döndü fakat kimse yoktu. Kafası yeterince doluydu. Herhalde içinde içten içe yiyen o ses artık kulaklarında çınlamaya başlamıştı.
"Karar verdin mi?" Lanet olsun! Kimdi bu? Ne istiyordu? Onun dikenleri ona bata bata yeterince kanatmamış mıydı kendini, herkesi? Hala kim ne istiyor olabilirdi ondan? Arkasını döndü. Fakat tek gördüğü beyaz bir köpeğin geceyi lekelermişcesine kaldırımda pişkin pişkin yattığıydı. Aldırış etmedi ve apartmanın dar bir o kadar da kavisli merdivenlerini tırmanmaya koyuldu. 
"Karar verdin mi?"
"Hayır." 
"Ne yapacaksın peki?" 
"Sen kimsin?" 
Cidden çıldırmaya başladığını düşündü. Bir hiçlikle konuşuyordu. Peki hangisi daha korkutucuydu hiçlikle konuşması mı hiçliğin ona cevap vermesi mi?  İşin içinden çıkamayacağını anlamıştı. Evine girer girmez balkonuna çıktı ve karanlığı bütün görkemiyle bozan ay eşliğinde bir sigara daha yaktı. Sigara dumanı titrek bir şekilde gecenin bulutlarına yetişmeye çalışırken gözü uçmakta olan bir kuşa daldı. Özgürlük mutluluk!

 Nasıl uyuduğunu bilmediği gibi neden uyandığını da bilmiyordu. Balkonunun kapısını araladı. Sanki bütün gece yağmur tarafından dövülmüş gibi toprak kokuyordu. Kim bilir belki de gökyüzünün kanı yağmur kokuyordu...

 Tekrar uyandığında çok değil bir iki saat daha uyuduğunu fark etti. Fakat toprak kokusu artık çevreyi terk etmiş, onun yerini insanın genzini yakan egzoz kokularıyla karışık insan kokusu sarmıştı. Evet, insan kokusu. Bencillik kokan, hüzün kokan, hayal kırıklığı kokan insan kokusu... 
"Karar verdin mi?" 
"Git başımdan!" 
"Gidemem, ben senim." 
"Lanet olsun!" 
Ne kadardır uyumuyordu ki? Henüz uyumuştu işte. Daha dün gece güzel bir uyku çekmişti. Yağmur kokusu insan kokusuna dönene kadar da uyumuştu. Nedendi o zaman duyduğunu sandığı bu ses? Nedendi o zaman bu ruhsal bunalımlar, susma nöbetleri. 

Kaçamazsın azizim içindeki senden!

  El çabukluğuyla telefonunu açıp arkadaşının numarasını çevirmesi on saniyeden kısa sürdü. Telefonun karşısından "Alo?" diye tanıdık diye bir ses duymak ona iyi mi gelmişti yoksa bütün geçmişini mi sürüklemişti bu ses ona bilmiyordu. Kısaca olanları anlattı. Dün eve geldiğinden beri yakasını bırakmayan şu sesi. Arkadaşı fazla bir şey demedi. Telefonda oldukları için, yüz ifadesini göremediği için şaşırdığını mı yoksa korktuğunu mu kestiremedi. Bir şeyler geveledi, dinlemeye değmeyecek şeyler. Ahizeyi yerine koyduğunda tekrar fısıldandı kulağına "Karar verdin mi?" Neye karar vermesi gerekiyordu az çok tahmin etse de bunu kendine itiraf edecek gücü yoktu. Uzun zamandır aklındaydı zaten öyle değil mi? Peki karar vermiş miydi? Bu sefer içinden konuştu o sesle, sözcüklerinin sabahın bu nahoş seslerine karışmasına izin vermedi. Bir şeyler atıştırdı, keyifle ettiği kahvaltıları özlüyordu. Kahvesini yudumladığı, omletinin piştiği o mutfağı özlüyordu. Kimindi bu sessiz karanlık mutfak? Kimdi masada oturmuş duman rengi duvara karşı doymak için bir şeyler yiyen bu kadın? Kimdi bu yabancı onun içindeki? Daha önemlisi onu bu kadar kendine yabancılaştıran neydi? 

 İşte yine; o seçemediği anılar yankılanıyordu zihninde. Bir gülüş, bir öpücük, son bir veda. Hayır, geçmişe olan kızgınlığı bundan değildi. biraz daha zorlasa hafızasını bulacaktı sanki onu bu kadar kendinden uzaklaştıran detayları. Ama yorgundu zihni bağırmaktan çıkmıştı avazı. Şimdi öylece otururken o duman rengi mutfağın ortasında dünyada bir nokta kadar bile değerinin olmadığını farkındaydı. Ruhu her gün ayın parladığı bir gece, ayın önünden geçen bulutlar gibi yırtılıyordu. Şeffaftı duyguları, saydam ama kırılgandı düşünceleri. Alev kadar sıcaktı gözyaşları.Ve yine alev gibi yakıyordu yüreğini her bir yağmur damlası. Her bir yağmur damlası onun yüreğine damlıyordu. Olmasından en çok korkutuğu şey çoktan başına gelmişti. Ruhu artık bedenini umursamıyordu. 

 Bütün bu iç savaşın cezasını o çekiyordu. Bütün olanların bedelini beyniyle kalbi arasında mekik dokuyarak ödüyordu işte. Buzdan bir hapishanedeydi sanki. Ama hava bir türlü ısınmıyordu. Tam olarak böyle hissediyordu kendini. Buzdan bir hapishanedeydi ama hava -30 dereceden daha fazla ısınmıyordu bir türlü. Ona karşıydı işte her şey! Bütün dünya! Hatta kendi bile! "Ne yapıyorsun sen?" diye sorarken buluyordu çoğu zaman kendini. İşte yine olmuştu. İç savaşına kendi de dahil olmuştu. Sonu olmayan bir boşluğa kapılmış gidiyordu işte yine. Sonsuzluğa karışıyordu her bir hücresi. Ruhu parçalanıyordu işte bulutlar gibi. Karışacaktı o da gökyüzüne...

 "Karar verdin mi?" iç savaşından onu çekip çıkaran bir soru cümlesi. Yalnızlık ve biraz daha sessizlik. Gece ve biraz daha karanlık. Aşk ve biraz daha nefret. Sevgi ve biraz daha öfke. Ayrılık ve biraz daha intikam. Duygular ve biraz daha ruh bunalımları. Yağmur ve daha nice susma nöbetleri! Melekler ve şeytanlar. 

 Mevsim her zaman sonbahar olsa iyileşir miydi ruhu? Ağaçların, maviyle uyumlu yeşilinden ziyade kızıllaşan kahverengisine aşıktı o. Bunun için suçlanamazdı. Güneşli günleri sevmediği, bulutların havayı kapatıp sonsuz bir hüzün kaplattığı havaları sevmesinin ne suçu olabilirdi ki? Hem kime neydi? O yağmura aşıktı işte. Gerçek aşkla pek de bir fark yoktu yağmura aşık olmakla arasında. Yağmurdan kaçmak isteseniz de nihayetinde sizi bulur, en ufak hücrenize kadar sırılsıklam ederdi sizi. Aşkın bundan ne farkı  vardı ki? kaçmak istediğiniz her an ayağınız takılıp düşmez miydiniz? Düşmenizin aynı hızıyla kalkamazdınız ama ayağa. İlk önce sürünecektiniz illa ki, bir yılan tarafından sokulmuşcasına. İlla ki doğrulacaktınız en sonunda. Süründükten, emekledikten, adım attıktan ve umutsuzluğa alıştıktan sonra kalkacaktınız yeniden ayağa. Peki o neden hala düşüyordu? 

 Yağmur bile avutamaz olmuştu artık onu. Anlamıştı çünkü, sonbahar korkakların mevsimiydi. Korkakların gözyaşlarını sakladıkları bir mevsimdi sonbahar. Korkakların, toprak kokusunun arkasına sığındığı bir mevsimdi işte sonbahar. Yine de aşıktı o yağmura. Yine de aşıktı o biricik sevgilisini geceyle görmeye. 

 "Karar verdin mi?" 

 İnsanın hücrelerini de sıyırıp geçen, ruhuna ulaşan bir yağmur... Ölüleri barındıran toprağın şaşırtıcı güzellikteki kokusu... Biraz gece... Biraz sessizlik... 

 Ufak bir ölüm! 

 Ölümün ardından karanlıkta yankılanan tek bir ses "Sessiz Çığlıklar Kumpanyasına Hoş Geldiniz!" 

1 yorum: