4 Eylül 2015 Cuma

Hepsine Alışıyor İnsan

Sanırsın şeytan taşlıyorum.
-Büyük Ev Ablukada / Hepsine Alışıyor İnsan

Mutluluğa da mutsuzluğa da alışmıyor muyuz? Sorun da bu değil mi zaten. Alışmak. Belki de sorun bu değildir. Sessiz çığlıklarınızı sakın ola içinize atmayın. Sessiz Çığlıklar Kumpanyasında herkese yer vardır. Ve Sessiz Çığlıklar Kumpanyasında illa ki kendinizi bulabilirsiniz. Hadi bu hikayede de kendini bul!

Sorun neydi? Ondaki bu ani ruh değişmeleri nedendi? Belki de havadandı. Evet evet hava sıcaktı ondan olmalıydı. Hayır! Kendisinden kaynaklanmıyordu. Her şey kendisinden kaynaklanıyordu. Zavallı, kimsesi yoktu. Balkonuna astığı çiçekleri yetiyordu ona. Her gün onları sulamak, her gün onlarla ilgilenmek ona yetiyordu. Alışmıştı artık. İnsanlara, insanların yaptıklarına ve umutsuzca yaşamaya. En kötüsü de buydu ya. Şeytanın içini kemiren fısıltılarını kulak ardı etmeyi başaramamıştı bir türlü. Belki de o yüzden çok alışık bir duygu olmuştu yalnızlık. Geceyi sevmiyordu. Belki de aşıktı geceye. Yarısı buluta karışmış olan aya baktı. Gecenin bir vakti -kaç olduğuna bakamayacak kadar üşengeçti son zamanlarda- balkonundan terasına açılan kapıya yöneldi. Terasında kendi küçük botanik bahçesi vardı. Ve kendini hiçbir yerde bu kadar huzurlu hissetmiyordu. Hissettiği zamanlar elbette ki olmuştu. ama çok uzun zaman önce ve çok yanlış insanların yanında tatmıştı bu duyguyu. Kim bilir belki de bu yüzden şuan yalnızdı. Bilmiyordu. Hayatındaki hiçbir şeyin nedenini bilmediği gibi bunun da nedenini bunun da nedenini bilmiyordu. Bu durumdan asla şikayetçi olmamıştı. Ama şeytan... Gerçekten son zamanlarda çok umursamaz olmuştu ve bu umursamazlığı onu öldürebilirdi bile. Hava çok sıcaktı. Öyle ki düşünceleri bile buharlaşıp havaya karışıyordu. Bu yüzden kışı seviyordu. Hem yazın çiçeklerine bakmak çok daha zor oluyordu. Bu yüzden kış en sevdiği mevsimdi. Yazın yağmur yağmıyordu üstelik. İnsanlar neden yağmur yağmayan bir mevsimi severdi ki? Yazı seven herkesi öldürmek istediği zamanlar bile olmuştu. Zaman geçtikçe bu değişik ruh hali onun kişiliği olmuştu. Uzun zamandır kimseyi yanına yaklaştırmıyordu. Kendisinden kaynaklandığını adı gibi biliyordu ama düzeltemediği bir şeyler vardı. Ruhu yaralanmıştı. Çok uzun zamandır böyleydi. Yaralı... Kim bilir çiçekleri de bu yüzden almıştı. Bu yüzden onlara bu kadar iyi bakmıştı. Çünkü onun zamandan bol hiçbir şeyi olmamıştı. 

 Üzerine ince askılı siyah bir elbise geçirdi. Altına da düz siyah sandaletlerini geçirdi. Ve kendini öylece sokağa attı. Nereye gittiğini veya ne yapacağını bilmiyordu. Belki bir bara gidip içerdi. Kim bilir belki yağmuru bulduğu yerle onunla sevişirdi. Hayır! Bugün kendine bir arkadaş bulmalıydı. Onu dinleyecek ve sevecek biri. Evden çıkarken istemsizce eline aldığı telefonunun rehberine şöyle bir göz attı. Arayacak kimi vardı ki? Ya da arasa bile ona cevap verecek biri var mıydı? Yalnızdı. Nefret ettiği bir duyguydu bu. Ama yapabileceği hiçbir şey yoktu. Elbette ki birkaç eski dostu vardı ama arasa açacaklarından emin değildi.  O malum isme denk geldiğinde biran durdu. Onu arayamazdı. Telefonu açmama ihtimalinin yanında açarsa da "Beni nasıl bırakırsın?" klişeleri karşılaşacağı bir ses tonu en azından bugün duymak istemiyordu. Birkaç adım attıktan sonra gözüne çok güzel görünen bir çay bahçesinde oturmaya karar verdi. Etrafı tamamen yeşilliklerle çevriliydi ve oturduğunuz yerden de boğazı görmeniz mümkündü. "Daha sık dışarı çıkmalıyım." diye düşündü. Kendisine kocaman sıcacık bir tebessümle ne içerseniz diyen garsona "Bir çay lütfen." dedikten sonra boğazın güzelliğini izlemeye koyuldu. Hayatında ters giden ne vardı? Gecenin karanlığı çöktükçe boğaz daha da güzelleşiyordu. "İmkansız diye bir şey yoktur. Çünkü mucizeler vardır." Peki ya onun mucizesi neydi? Boğazı denizi izlemek ona keyif verdi. Kaç saat orada oturup sonsuz denizi izlemişti acaba? Eve gitmesi gerektiğini hissetti.

Eve geldiğinde kendisini terasında çiçeklerinin yanına koyduğu bankına oturdu. İlk zamanlar çiçekleri için gerekli eşyaların durduğu bank son zamanlarda onun en büyük sığınağı olmuştu. Bankına uzandı ve yıldızların dansını izlerken oracıkta uyuyakaldı. Uyandığında en son ne zaman bu kadar huzurlu uyuduğunu hatırlamıyordu. Ne olmuştu peki bir gecede? Daha dün o değil miydi umutsuzca yaşayan, insanlara küsen... Çiçeklerine baktı. Mümkün olamazdı! İmkansızdı... Aynısafa, tüm çiçeklerin içinden güneş gibi parlıyordu. Ama bu sadece kışın açardı. Mucize... İçinden tekrar etti gerçekten bu bir mucize olabilir miydi? O zaman yaşamak için hala umut var mıydı? O zaman çok geç kalmamıştı hayata başlamak için! Peki ya nereden başlayacaktı? Kendini dışarı atıp çığlık atmak bağırmak kilometrelerce koşup gülmek istiyordu. Onun mucizesi gerçekleşmişti ama nasıl..? 

Hayır! Aptallaşmamalıydı. Mucize diye bir şey yoktu. Asla olmamıştı. Yağmurun yağmadığı şu zamanlarda ölmek ne kadar mantıklıysa, mucizelerin olabileceği fikri de en az o kadar mantıklıydı. Ama hiçbir beş para etmez yazar yağmur olmadan ölemezdi. Kafasını biraz daha toparlamak için banktan kalktı. Evinin içine geçti. Üzerinde hala ince askılı siyah elbisesi vardı. Sabahın çok erken saatleriydi. Henüz güneş doğmamış ama hava aydınlanmıştı. O huzurlu uykusu sadece bir yalandan ibaretti. Tüm hayatı gibi dünkü o uykusu da yalandı işte. Peki neden umursamıyordu? Neden boşa yaşadığını bile bile bunu düzeltmek için hiçbir şey yapamıyordu?Ne demişti küçük İskender: Hayatımıza kadınlar giriyor, erkekler giriyor. Bir tür umumi helayız. İçimize sıçıp sıçıp gidiyorlar. Hatıralarımız yüzünden pis kokuyoruz." Gerçekten öyle miydi? Peki olay hatırlar mıydı yoksa hatalar mı? 



Geçmişinde yaşadığı her şey bir bir gözünün önünden geçti. Sanki o an her şeyi tekrar tekrar yaşadı. Bu tarifi mümkün olmayan bir duyguydu. Aldığı her nefes onu boğuyordu sanki. Attığı her adım onu öldürüyordu. Hayatı için ne zaman bir şey yapmaya çalışsa daha da dibe batıyordu. Uçurumun kenarındayken geri adım atmaktansa hep bir adım daha ileri atıyordu. Evde oturdukça bütün geçmişi onu ele geçiriyordu. Bütün anıları, hataları, doğruları, aşkları, *aşkı. Kendisini dinlemek en son ne zaman bu kadar yorucu olmuştu? En son ne zaman kendini dinlediğinde kendinden nefret etmişti? Yoksa her zaman kendinden nefret etmişti de bunu kendine itiraf edememişti? Düşünceler.. Damlalar... Denizler... Okyanuslar!

Vakit kaybetmeden kendini dışarı attı. Üzerinde aynı elbise vardı. Ama şuan en son önemseyeceği şey görünüşüydü. Bir sigara yaktı. Yoğun mentollü dumanın ciğerlerine doğmasına izin verirken güneş çoktan doğmuştu bile. Sokaklarda tek başına gezdi durdu. Kimdi o? İçindeki şeytanın onu çevirdiği kişi kimdi? Bu şeytanın adı neydi? 


"Ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak? Eğer hissediyorsan, 

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm."  


Eve girdiğinde karanlık ve sessizlik mükemmel dansını ay eşliğinde sergiliyordu. Yıldızlar çok belirli olmasa da oradaydılar. Görmenize gerek yoktu. Hayatta her şeyi görüp bilemezdiniz. Bazı şeyler hissedilerek de anlaşılırdı. Terasından baktığında ayın ne kadar hüzünlü olduğunu hissetti. Bir şeyler yapmalıydı. Bir tane daha sigara yaktı. Dumanın geceye karışmasını seviyordu. Eline aldığı her bir saksıyı gecenin boşluğuna bırakırken özgür olduğunu hissediyordu. İçi ne kadar burkulsa da kendini hiç bu kadar özgür hissetmemişti. O kadar emek, o kadar uğraşları şuanda kendi ellerinin arasından kayıp biricik aşkı geceye karışıyordu. Aynı kendi hayatı gibi. Bütün saksıları attıktan sonra, saksıların dayalı olduğu duvarda yazan bir yazı gözüne ilişti. "Umudun içinde yaşa." Gerçekten bunu ne zaman yazdığını hatırlamıyordu. Onu neden buraya yazdığı hakkında da en ufak bir fikri yoktu. Gerçekten umut diye bir şey olsaydı içinde az da olsa bir yaşama isteği olmaz mıydı? Geceyi bile ateşe verebilecek güçte kavurucu bir sıcak vardı. Fakat bu alnına denk gelen bir damlayı yok saymak için yeterli değildi. Bir.. İki... Üç.. Dört.. Yüz.. Evet! Biricik aşkı ona dönmüştü. Yağmur! Yağmurun geceyi nasıl ıslattığına şahit olmak onun için en büyüleyici duygulardan biri olabilirdi. Sadece gece, sessizlik ve yağmur! Bu hayatta başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktu. 

"Her şey ya eskiyor, ya ölüyor. Ama sevda kaçıp gidiyor sanki. Ne ölüyor, ne eskiyor, kayboluyor." 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder