7 Eylül 2015 Pazartesi

Yaz Yağmurunu Seven Güzmania




Biriciğim'e 

    Azizim, yazmak hayal dünyasında yaşamak değildir. Yazmak, gerçeklerle yüzleşmektir. Yazmak içindekileri dışa vurmanın başka bir yoludur. Senin söylemeni daha çok severdim ama "Lanet olsun" ki yazmak, bir yaşam biçimidir. En azından benim için öyle. Ben kelimelerle akıtıyorum içimdeki okyanusu. Evet, belki damla damla oluyor bu ama oluyor mu oluyor. Her zaman güçlü kalamıyor ki insan. Her zaman gözyaşlarını içine atıp yoluna devam edemiyor. Hayat devam ediyor azizim bunu bana siz öğrettiniz. Ama önemli olan hayatın devam etmesi değil, hayatın nasıl devam ettiği. Bir gün doğuyoruz işte. Yaşamaya başlıyoruz. Ve ölüp gidiyoruz. Adımızı hatırlayan son kişi de ölünce hiç yaşamamış oluyoruz. O yüzden hayata bu kadar takılmanın ne anlamı var ki? Hayatı çözmüşüm, çözememişim ne anlamı var ki? Yaşamıyor muyuz hepimiz? Nefes alıp vermekten ne kadar fazla olabilir ki hayat? Aldığımız bir nefes olmayacak mı yine bizi boğan? Çok daha fazla değil mi ama yaşamak? Bunlardan daha fazlası. Nefes alıp vermekten, yazmaktan daha fazlası hayat. 

    Yazmakla, ağlayarak yazmak arasında ne kadar bir fark olabilir ki? Yazmakla ağlamak ne kadar birbirine yakın? Peki ikisi birlikteyse ne, ne kadar değişebilir ki? Peki tırnakların acıyana kadar klavyeye hızlı basmanın tüm bunlarla ne alakası var? Ne alakası var aşık olmakla gökyüzünün? Gökyüzü umut verir insana değil mi? Ay ise lanet olası güneşten aldığı ışığı yansıtmaktan başka bir boka yaramıyor değil mi? Güneşim.

    Gel gelelim bütün bu satırları yazdıran susma nöbetlerine. Mutlu görünmek ne kadar kolay. Kimse neyin olduğunu anlamıyor. Gülümseyip geçiyorsun. Ve herkes iyi olduğunu sanıyor. Ne yazık ki azizim aslında kimse, kimsenin ne hissettiğini bilmiyor. Kimse kimsenin neden ağladığını bilmiyor. Kimse, kimseyi umursamıyor. En acısı da bu değil mi zaten? Umursanmamak. Senin sesinden bir kere daha duyabilmeyi ümit ederek yine söylüyorum "Lanet olsun" şu aptal dünyada kimse, kimseyi umursamıyor öyle değil mi? 

    Geceyi bu kadar karşı konulmaz yapan şey karanlık mıdır yoksa sessizlik mi? Yoksa sadece sigara dumanın havaya karışmasını izlerken gelen o garip his mi? Söylesene, bu karanlık, sessiz, sigarasız gecelerde için dışına çıkana kadar ağlamaktan başka yapılacak daha iyi bir şey var mı? Söylesene, seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki?

   Ne yapmak gerekiyor? İnsanın içi cehenneme dönmüşken ne kadar gözyaşı söndürebilir bu yangını? Bu satırları yazarken Mein Herz Brennt'in çalması ne kadar da manidar oysaki. 03.58'de Till Lindemann'ın sesindeki acıyı sadece kalbi yananlar duyabilir. Ruhumun geceye karışmasını istiyorum. Yağmurun buna şahit olmasını istiyorum. Bir yaz yağmurunda değil, güz yağmurunda ıslanmak istiyorum, hücrelerime kadar. Her yağmur güzeldir. Her yağmur damlası özeldir. Her bir yağmur damlası başkasının kalbine damlar. Sigarası yanan değil, kalbi yanan anlar yağmurun haykırışını. Gece, güçlü insanların mevsimidir. Sonbahar ise korkakların! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder