21 Haziran 2014 Cumartesi

Her Yıldız Bir Gün Söner

Sabah yıldızları bile...

Yağmur... Ne güzelsin! Aynı 
Shakespeare dizeleri gibi...





Yağmuru seviyorum diyorsun, 
Yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun... 
Güneşi seviyorum diyorsun, 
Güneş açınca gölgeye kaçıyorsun... 
Rüzgarı seviyorum diyorsun, 
Rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun... 
İşte, bunun için korkuyorum; 
Beni de sevdiğini söylüyorsun...
William Shakespeare



AKLIMA TAKILDI DA 
İnsan değişir mi hiç? Bir insan aynıdır. Ama biz değişiriz belki de. Bu da doğal olarak insanların değişmesine yol açmaz mı zaten? Herkes neden garip davranıyor sanki? Bütün insanlar değişir. En yakınınızdakiler bile. Bir dakikanızın dahi ayrı geçmediği insanlarla aranıza uçurumlar girer. En nefret ettiğiniz insanlarla samimi olabilirsiniz. Hayat bu. Akıp gidiyor. Yaşamak için bile çok kısayken birazcık bencil davranmıyor muyuz sanki? Yoksa çok mu bencil davranıyoruz? Sorun ne peki? Tutarsızlık? Sevgisizlik? Çok sevmek? Çok değer vermek? Belki de hepsi belki de hiçbiri. Cevabını asla bilemeyeceğiniz soruların arasına isterseniz bunu da ekleyin. Ama tam şuanda Blog tanımını bir kez daha okumanızı tavsiye ederim.

İNSANLAR DEĞİŞİR
Herkes değişir. Etrafınızdaki insanlar. Sizi sevenler, sevdiğini söyleyip arkanızdan iş çeviren insanlar bile değişir. Değişmeyen tek şey bütün tek düzeliğiyle devam eden hayattır. Hayatınızı farklı kılmak sizin elinizde olan bir şey de olsa hayatınızdaki insanların hayatlarına müdahale edemezsiniz. Üzgünüm. Bu böyle. 
Herkes bir gün size sırtını çevirir. Herkes bir gün gider. Ve herkes bir gün pişman olur. 


YAZ YAĞMURLARI İÇİN 
Hiç sizin için şiir yazan birisi oldu mu? Bunu düşünün. Olduysa ne mutlu size. Sizin için şiir yazan biri sizi sevmiştir. Belki hala seviyordur belki sevgisi çoktan tozlu sayfalara karışıp bir üflemeyle yok olmuştur. Üzülmeyin. Sizi canından çok seven kimse yoktur -aileniz dışında- varsa bile o da bir gün sizi bırakıp gider. 


KÜÇÜK BİR HATIRLATMA
En son ne zaman kendinizi düşündünüz? 

14 Haziran 2014 Cumartesi

Aşk Mahzeni

Sevgili Semanur Tolu,
Madem beğendin bu yazım sana gelsin :) 


 Saatine baktı. Beklediği otobüs gelene kadar bir sigara daha içebilir miydi? Elinde yanmakta olan sigarayı yere fırlatıp üzerine bastı. Sigaranın yanan külleri arasından sağlam kalabilmeyi başarmış birkaç kuru tütün havaya karıştı. Başını kaldırdı. Elini cebine attı. Yeni bir sigarayı iki dudağının arasına yerleştirdi. Elini siper edip çakmağıyla sigarasını yaktı. Sigarasından derin bir nefes aldıktan sonra iki dudağını usulca aralayıp dumanın havaya karışmasına izin verdi. Gökyüzüne baktı. Hava yeni yeni aydınlanmaya başlamıştı. Ay hala gökyüzündeki yerini koruyordu. Fakat güneş kendini bütün ihtişamıyla göstermeye kararlıydı. Gözleri biran için sonsuz maviliğe daldı. O an düşünmeye başlamıştı. Hayatı, geçmişi, geleceği ve tüm bunların eşsiz bir şekilde işlemesini düşündü. Biran için duraksadı. Hayat, gerçekten garipti. Her şey yolunda giderken belki on saniyede belki daha kısa bir sürede her şey bitebilirdi. Kısa bir sürede bu düşüncelerinden arındı. İstemsiz bir şeklide kafasını iki yana salladı ve sigarasının dudaklarının arasından öylece kayıp gitmesine izin verdi. Neden, bu andan sonra her şey değişmiş gibi hissediyordu. Kısacık bir zaman dilimiydi sonsuz maviliği kestiği dakikalar, belki de saatler. Tam saatine bakacaktı ki beklediği otobüsün yaklaşmakta olduğunu gördü. Hayır, bu defa farklı olmalıydı ama fark ne olmalıydı? Bu sorunu cevabını bulduğunda mutluluğa mı yoksa daha karanlık bir çıkmaza mı ulaşacağını bilmiyordu. Otobüsün kapısı ona birkaç santimetre kala açılmıştı. Hatta öyle ki kapının rüzgarını saçında hissetmişti. Tek eliyle saçlarını düzeltti. Ve bir adım geri çekildi. Arkasını dönüp yürümeye başladı. Ne yapıyordu böyle? Ofiste onu bekleyen tonlarca iş vardı. Daha yeni tıraş olmuştu, takımını kuru temizlemeden daha dün almıştı ve bugün yine dört dörtlük bir iş adamı olarak işe hazır görünüyordu. Fakat o işe gitmemişti. Ne yapıyordu? Neden tamamen bilmediği bir yolda adımlarını hızlandırarak yürümeye başlamıştı? Durdu. Etrafına baktığında havanın biranda nasıl bu kadar kapattığını düşündü. Tekrar etrafına baktığında ise mükemmelliğin tablosundan fırlamış bir sokakta olduğunu fark etti. Peki neredeydi? O kadar çok mu yürümüştü gerçekten? Arkasına baktığında geride bıraktıklarını düşündü. Geride ne bırakmıştı? Uzun mesaili biri iş günü mü yoksa onu gün geçtikçe monotonlaşmaya götüren bir gün daha mı? Arkasına bakarak, ileriye yürüyemeyeceğini bildiğinden önüne bakmaya devam etti. Sokak o kadar güzeldi ki... İki yandan sokağı çevreleyen ağaçların yaprakları yerleri süslemişti. Kahverengi, kırmızı ve yeşilin birbirine bu kadar yakıştığını daha önce hiçbir yerde görmemişti. O an hayatının ne kadar sıkıcı olduğunu düşündü. Ne kadar boş yaşıyordu aslında. Ne kadar sıradandı hayatı. Bir an sistemin kölesi olduğu için kendinden nefret etmişti. Derin bir nefes aldı ve ilk kez ciddi anlamda yaşadığını hissetti. Ne kadar zamandır yürüyordu? Ayakları ağrımaya başlamıştı. Hava, ayazlığından kurtulmuş, ayı geceye emanet etmişti. Güneş ise bulutların arasına karışıp buhranlı bir hava yaratmaya çalışsa da hafif hafif parlaklığının ne kadar güzel olduğunu gösteriyordu. 



Birkaç adım sonra bu eşsiz sokakta gördüğü bir banka öylece oturdu. Aradan dakikalar kim bilir saatler geçmişti. Zaman kavramını yitirmişti ve büyük bir ısrarla, aceleci davrandığında baktığı saatine bakmıyordu. Elini cebine attı ve sigara paketini çıkarttı. Herkesin bir kusuru olurdu. Onun gibi büyük bir iş adamının bile. Kafasını öne eğmiş boş gözlerle zemini izleyip düşünürken bir yandan da sokakta yankılanan topuklu ayakkabı seslerini duyuyordu. Ayakkabıların çıkardığı ses hemen yanında bitmişti. Başını kaldırdığında bir kadının yanında oturduğunu gördüğünde şaşırmıştı. Öyle ki "Acaba kalkmalı mıyım?" diye düşünmüştü. Birkaç dakika hiçbir şey söylemeden yanında oturan kadın, sonunda yüzüne yayılan kocaman bir gülümsemeyle "Yıldız" demişti. Kadının ne demek istediğini düşündü. Kafasının karışıklığı yüzüne yansımış olmalıydı ki kadın devam etti. "Ah, benim hatam. Ben Yıldız. Senin ismin nedir?". Şaşırmıştı. Bir kadınla baş başa oturmayalı çok zaman olmuştu. İşlerinin yoğunluğundan böyle şeylere hiç zaman ayırmazdı, ayıramazdı. Kalkıp gitmeli miydi? İçinden bir ses kalmasını söylüyordu ve nedenini bilmese de bu sese kulak verdi. "Yiğit." diyebildi sadece gülümsemeye çalışarak. Kadın büyük bir heyecanla "Aa, erkek kardeşimin adı. Daha doğrusu adıydı. Kendisi bir ay önce vefat etti." Bunu duyduğunda ne tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu. Hiç tanımadığı bir kadın yanında öylece oturuyordu ve erkek kardeşinin öldüğünü söylemişti. "Ben...Üzüldüm." dedi ve bu sırada kadının ona bakan iri yeşil gözlerini, beline kadar uzanan karamel rengi saçlarını, vücuduna tam oturmuş ve düzgün vücut hatlarını ortaya çıkarmış olan kırmızı diz hizasındaki elbisesini fark etti. Kadın o kadar güzeldi ki gözlerini biran için kadının gözlerinden alamadı. Karşısındaki kadın karşısındaki insan buzdan bile olsa onu eritebilecek kadar sıcak bir gülüşe sahipti. 

 Kadınla kaç saat orada oturup sohbet ettiğini bilmiyordu. Tek bildiği karşısındaki kadın konuştukça, kalbinin çok derinlerinde hapsolmuş duyguların yeniden canlandığını hissetmesiydi: umut, sevgi, AŞK... Hiç evlenmemişti. Gerçek anlamda aşık da olmamıştı aslında. Evet, lisedeyken dikkat çeken bir öğrenciydi ve çoğu kız ona hayran olduğu için çoğuyla da çıkmıştı. Ama hiçbirine aşık olmamıştı.Sevdikleri olmuştu içlerinde ama aşk onun için büyük bir kavramdı. Saatlerce sohbet etmişlerdi. Yıldız ona bakıp "Bana gidelim mi? Hava serinler birazdan" demişti. Neden böyle bir şey yaptığını bilmiyordu. Karşısında oturan yabancı bir adamdı. Saatlerce sohbet ediyorlardı. Fakat neden onu evine davet etmişti ki? Aşktan aldığı onca yaradan sonra yeni birileriyle tanışmaya hazır mıydı? 
Şaşkın gözlerle kadına bakarken düşünebildiği tek şey karşısındaki kadının ne kadar güzel olduğu ve içinde oluşan tuhaf hisleriydi."Sanırım eve dönsem iyi olacak." Neden böyle bir şey söylemişti? Cevabı üzerine karşısındaki kadının gülümseyişinin nasıl biranda yıkıldığını görebilmesi çok da zor değildi. "Sorun değil. Görüşürüz o halde." Neden bir ısrar beklemişti? Nedenini bilmediği bir şekilde karşısındaki kadını reddeden oydu. Yerinden kalktı. Kadın da onunla beraber kalkmıştı. Birbirlerine gülümseyip, birbirlerine arkalarını dönüp yürümeye başladılar. Yürürken hala neden Yıldız'ı reddettiğini düşünüyordu. Yıldız... Ne kadar güzel bir isimdi. Onu son bir kez görebilmek için arkasını döndüğünde Yıldız,ona bir nefes uzaklıktaydı ve ne olduğunu anlamadan onun dudaklarını dudaklarında hissetti. 

Ellerini hiç tanımadığı bir adamın boynunda birleştirmiş onu öpüyordu. Nasıl böyle bir şey yapabiliyordu? 


Elleri hiç tanımadığı bir kadının belinde kilitlenmişti ve ona sarılıyordu. Nasıl böyle bir şey yapabiliyordu? 

Birbirlerinin gözlerinin içine baktıklarında ikisi de çok uzun zamandır mahrum kaldıkları duygunun canlandığını hissetmişlerdi : Aşk. Ellerinin hala kadının belinde olduğunu fark edince istemsizce kendini geri çekti. "Seni bir daha ne zaman görebilirim?" diye sorduğunda cesurca bir yaklaşımda bulunduğu için o an kendiyle gurur duydu. Kendini bir ihale kazanmış gibi hissetmişti. Fakat aldığı cevap karşısında "yeni hayaller ve kırıklıklarının" ne denli can yakabileceğini anladı. "Ben, ben evliyim. Ve üzgünüm. Bunu yapamam." şeklinde gelen bir cevap karşısında herkesin aynı şeyleri yaşayacağı aşikardı. 
 Adama arkasını dönüp topuklu ayakkabılarının sesi yankılanarak ilerlediğinde gözlerinden süzülen yaşlara engel olamamıştı. Saçmalıktı bu. Evet, belki aşık olduğu adamla evli değildi. Ancak bir yabancıya bu kadar kısa zamanda aşık olamazdı. 

Ertesi gün durakta sigarasını yakmış otobüs bekliyordu.


Hayatta her zaman mutlu sonlar yoktur. Mutsuzluk vazgeçilmez bir illettir. Fakat mutsuzluğun tadını almamış olan insanlar asla mutsuzluğu bilenler kadar mutlu olamazlar.

11 Haziran 2014 Çarşamba

Mein Herz Brennt

Zaman neden bu kadar çabuk geçmek zorunda ? Neden bu kadar çabuk unutmak zorundayız? Neden bu kadar çabuk yaşıyoruz? Ve neden bu kadar çabuk kaybediyoruz sevdiklerimizi? Hayatın bize oynadığı oyunlardan yakınmıyor muyuz çoğumuz. Ya bu oyunun kaptanı bizsek? Ya her şey bizim elimizdeyse.Azıcık düşünün. Her şey aslında çok basit. Basit bir döngü var ve ilerliyor. Arkadaşlarınız olur. Zaman geçiyor çoğuyla kopuyorsunuz. Sevgilileriniz oluyor ayrılıyorsunuz. Bir arkadaşınızın o an yüzüne gülüp arkasından dedikodusunu yapıyorsunuz. Birlikte dedikodu yaptığınız kişi geliyor sonra sizin dedikodunuzu yapıyor. İki gün önce arkasından demediğinizi bırakmadığınız insanla bugün fotoğraf çektirebiliyorsunuz. Çünkü hayata ayak uyduruyorsunuz. Çünkü mecbursunuz. Gizli kurallar var ve kurallara uymayanlar oyundan çıkartılıyor. Ama bir kez daha düşünün. Oyun kurucu siz olabilirsiniz. Bu sizin elinizde. Hayatınıza hangi insanı sokmak istediğinize, hangisini çıkarmak istediğinize siz karar verirsiniz. Çünkü hayat, sizin hayatınız. Başkaları ne derse desin, sizin hakkınızda ne düşünürse düşünsün siz busunuz. Ve kimse için kendinizi değiştirmeniz gerekmez. Sizi gerçekten seven insanlar sizi yanlışlarınızla, doğrularınızla bir bütün olarak sever. Sevmiyorsa da çeker gider. Hadi ama dürüst olalım hangimiz sevgilimizin istediği bir model olmaya çalışmadık ki? Peki neden? Elde tutma çabası mı? Yoksa aşk mı? Bu yaşta aşk. He kezolar he. 


Aşk demişken tek bir soru sorup bu konuya da değinmek istiyorum. Dünyadaki bilmem kaç trilyon insandan hayatınızın aşkını aynı okuldan mı buldunuz? Haydaaaaa?!?!?!? Şansa bak. O bir kesin. Çünkü siz hiç ayrılmayacaksınız. Sevgiliniz sizi hiç bırakmayacak. Canım, cicim, aşkitom, böceğim, dönemleriniz hiç bitmeyecek. Siz diğer çiftler gibi olmayacaksınız. Size şu kadarını söyleyeyim hepiniz sonu birbirleriyle tıpa tıp aynı ama çok farklı olacak. Temel neden aynı, bahaneler farklı olacak. Bu yazıyı bir kenara kaydedin. Ayrılınca okuyun. O zaman mantıklı gelir. Sevgilisi olanlar için diyorum tabii. Ah, her neyse. Hayatı kurallarına göre uyguladığınız için onlara da ayak uydurmanız lazım. Sevgilinizin olması, havalı bir telefonunuzun olması, pahalı giyinmeniz ve "Oo kanka acayip eğleniyorum yalnız..!" havaları yaratmanız hayatın birer kuralına uyuşunuzu ne yazık ki feci şekilde ele veriyor. Elbette ki sevgiliniz olacak. İleride sevişeceksiniz ve bir çocuğunuz olacak. Çünkü soyun devamı şart. Ama bunun planlarını şimdiden yapmak şart mı işte bu konu düşündürücü. Hepinize bok iyin deyip bu yazıyı burada bitirmek isterdim. Ama hayır bir iki satır daha yazacağım. Çok bir şey yok işte. Her şey ortada. Kurallara uymayan bir oyun kurucu olun.
Sevginiz bok, nefretiniz çok olsun.