17 Nisan 2019 Çarşamba

Moonlight Sonata

Geri döndüm!

Gecenin karanlığına karışan ruhuyla sokakta bir başınaydı. Rüzgar saçlarını usulca dalgalandırıyordu. Bunlara aldırış edecek ne gücü vardı ne de zamanı. Hayata hep geç kalmışken bir de bunları umursayıp vakit kaybedemezdi. Köpeklerin gecenin bir vakti neden havladığına dikkat kesilecek vakti de yoktu. Sadece yürüyordu. Nereye gittiğini bilmediği ve muhtemelen asla bilemeyeceği bir sokakta tek başına yürüyordu. Her zaman olduğu gibi yine tek başınaydı. Çünkü hayat yalnız başına savaşılan bir savaştı. Yıllar canını yaka yaka öğretmişti bunu ona. Ne zaman ki kendini yalnız hissetse bunun bir güçsüzlük değil güç göstergesi olduğunu adı kadar iyi biliyordu artık. 

Her şeyin yalan olduğu bir oyunun içindeydi. Ve o sahnenin ortasında selamını tek başına veren mükemmel bir oyuncuydu. Deniz kenarına indi ve usulca sigarasının ateşle olan dansını izledi. Masmavi görkemiyle karşısında duran deniz nasıl da gece rengine bürünmüştü. Karanlık nasıl da yutuvermişti engin maviliği. Şimdi onu aydınlatan tek şey gökyüzündeki muhteşem aydı. Yer yer simsiyah rengini saf beyaza bırakırdı. Fakat biliyordu ki ayın ışığı bile güneşten çalıntıydı. Aya bile güven olmazdı. Ne yapıyordu bu saatte, bu soğukta deniz kenarında? Sadece düşünmek için mi gelmişti gerçekten? Yoksa onu buraya iten bir güç mü olmuştu? Yürüdü. Kulağına o muhteşem melodi çalındı "Moonlight Sonata". Ne yani şimdi de olmayan sesleri mi işitir olmuştu?  Sesin geldiği yere doğru ilerlemek istedi fakat sanki atmosferin tamamında yankılanıyordu bu melodi. Yürümekten vazgeçip olduğu yerde öylece durdu. Gözlerini denizin ay ışığıyla kucaklaştığı noktaya dikti. Ses... Ses sanki şimdi daha net, en az ay ışığı kadar görkemli bir şekilde çalınıyordu kulağına.

Ses denizden mi geliyordu? Daha neler?!  Uykusuzluğunun ona oynadığı oyunlardan biriydi muhtemelen. Deniz kenarından yukarıya doğru yürümeye karar verdi. Ses biran olsun peşini bırakmıştı. Evet, susmuştu. Neden sonra koca sokak boyunca tek hafif sarı ışık yayan bir evin bir odasından geldiğini düşündü sesin. Oradan geçerken karanlıktaki ruhuyla kesişmişti sanki bedeni. Tüyleri ürpermiş, içi titremişti. Hayır, rüzgar saçlarını dalgalandırmayı bırakmıştı üşümüyordu. Ses.. Ses kulağından çok sanki ruhunda yankılanıyordu. Evet, bu evde bir şey vardı. Ve evet ses kesinlikle buradan geliyordu. 

Ne yapacaktı? Gecenin bir vakti bir hırsız, sapık gibi eve dalıp öylece kimin çaldığına mı bakacaktı? Bunları düşünürken kendini çoktan ışığı yanan tek evin kapısında bulmuştu. Tek duyabildiği Moonlight Sonata'ydı. Hatta öyle ki düşünceleri bile susmuş bu melodiyi dinliyordu. Bir gariplik vardı. Evin kapısı aralıktı ve adeta içeri girmesini davet eden bir ruh vardı. Düşünceleri melodiyi dinlerken o bir adımını içeri atmıştı bile. Loş sarı ışık sadece piyano duran çok da büyük sayılmayan bir odayı aydınlatmaya çalışıyordu. Aydınlatmaya çalışıyordu çünkü o kadar loş bir ışıktı ki bu ne ışığın neredem geldiğini çözebilmişti ne de piyanonun başında birisinin oturduğunu. 

"Hoş geldin!"
Melodi hala sürerken bu iki kelime gecenin sessizliğinde sessiz bir çığlık gibi yankılanmıştı. Sesin sahibi muhtemelen piyanonun başındaki adamdı. Cevap vermesi gerekiyor muydu? Bunu düşünmeden 
"Hoş buldum!" diye cevap verdi sese. Sanki zaten senin kime ait olduğunu biliyordu. Ama hayır bit yabancıydı bu. Gecenin bir yarısında piyano çalan bir yabancı. 
"Neden orada duruyorsun? Gelip yanıma çalsana!" 
Kesinlikle tanıdık biri olmalıydı. Yoksa onun yıllar boyunca piyano çaldığını nereden bilecekti. Sahi ya ne zamandır basmıyordu o tuşlara , ne zamandır ruhunu böylesine bir sakinliğe emanet etmiyordu da ruhunun geceyle mutluluğuna izin veriyordu? En son ne zaman yaşamıştı? Adamın söylediğini yaptı. 

Yanına oturdu. Sabah olana kadar çaldı.

Sabah olduğunda ne ruhu ne de kendisi vardı.