30 Mayıs 2015 Cumartesi

Cesaretsiz Puşta Son Mektup

Merhabayın! 


HANGİ PUŞT BİZİ ÜZEN? 


Uğruna şiirler yazılmış bir insanı bırakmak bu kadar kolay olmamalı. Geçmiş denilen illet bu kadar kolay unutulmamalı vs vs. Hayat bu kadar kısa olmamalı mesela. Yanlışım varsa düzeltin, bir insanı sevmek zor bir mesele. Güven, saygı, sevgi falan. Bilirsiniz işte her ilişkide olması gereken fasa fisolar. 

Zamanında bırakıp gittiğin İstanbul çok değişti sensizken. Ve tabii İstanbul'da kalanlar da. Mesela ben, ben bir bulvarda sevmiyorum artık yağmuru. Derin ve serin olmasına da gerek yok. Artık dünyanın en güzel gözleri benimkiler değil. Gülüşüm anlamsız. Kalbim kırık. Annenin adından yansıyan bir adım yok. Her ayın yağmurlu günleri sokaklara düşmene de gerek yok. Karanlık bahçelerindeki çiçek çoktan soldu. Çoktan kurudu kaldı cebimdeki mısralar. Çoktan öldü AZİZ! Sen asla nehirleri yataklarından ayırıp da örtemedin üstüme. Yazık asla yağmurlu bir havada ölemeyeceksin. Çünkü sen ağustos piçisin! 

Söyleyin güneşe ay çoktan geceyi terk etti. Yıldızların pili bitmiş. Kuşlar uçmayacak artık Ayben'e selam olsun! Bir insanı içinizden uğramışken aklınızdan uğurlayamamak ne kadar acı. Duygularla beraber anılar da sıfırlanamaz mıydı? Ne olurdu kuşlar kısa hayat uçuyor olsaydı? O kadar meşhur olur muydu Cemal Süreya? 

Karanlık olmadan gece olsaydı "gece" ismi bu kadar çekici gelir miydi kulağa? Güneşsiz bir gündüz çok mu ürkütücü olurdu mesela? Dört harfe  kaç anlam yükleyebilir insan? Dört harf deyince ne geldi aklınıza? Hadi çekinmeyin söyleyin ne geldi aklınıza? Benim kelimem "puşt" sizinkini bilemem. 

"Nehrim ol gel ak yine!" hatırlanmaz elbet, Azra Akın unutulmaz ama. Yağmurlu günlerde şimşeklerin çığlıklarına eşlik edebilir misiniz? Yoksa sadece korkar mısınız? 

Sevgili cesaretsiz puşt! Nice mayıslar geldi geçti, ama bir daha temmuz uğrar mı buralara bilmiyorum. Bence sen de artık uğrama buralara! "Görmesin bizi, görmesin mümkünse hiç kimse cebimizde taşlarla!" 

Karın ağrın da ortaya çıktığına göre ölebilirsin! 

28 Mayıs 2015 Perşembe

Yağmur Bekçisi

Her hikayenin bir sonu vardır. Yağmurlar ise sonsuzdur.


Yataktan çıkası gelmiyordu. Bütün gün öylece yatabilirdi. Hayata karşı asla dimdik bir duruşu olamamıştı. Kendine verdiği sözlerin hiçbirini tutamamıştı. Ama neden?  Onu bu kadar çaresiz bırakan şey neydi?  Tavanın duvarla birleştiği yerler kararmış, parkeleri yer yer kabarmış olan odasına boş gözlerle baktı. Çoktandır yaşamıyordu aslında. Bunu odasının bir köşesinde ölmüş olan menekşelerden veyahut onlarcası yere saçılmış hazır yemek kutularından anlamak mümkündü. Alarmı çaldı. İşte yine başlıyordu. Kalkacak hazırlanacak ve işe gidecekti. Nefret ettiği insanlara gülümseyerek "Günaydın! " demek zorunda kalacaktı. Peki neden? Ne uğruna?  Bütün bunları yapmak ona en ufak bir şey katacak mıydı? Kendi için yaşamıyorsa ne için yaşıyordu? Bilirsiniz, hüzün ve yağmur bir bütündür.  Onları ayırmanız mümkün değildir. Şimdi o dışarıda bu derece sağanak yağmur yağarken nasıl mutlu olabilirdi?  Alarmını susturdu. Bir süre daha yatağın içinde öylece oturdu.  Saat henüz sabah 6 sıydı fakat bu kalkmasına bir engel olmadı. Bugün kendisine bir başlangıç sunacaktı. İş yerindeki o hiç sevmediği, ayda en az bir kere sekreteri değişen müdürünü aradı. İçinden ona yediği bütün haltları bildiğini birkaç kere kapıyı çalıp içeri girmesine rağmen sekreteri ile yakaladığını söylemek gelse de "Alo?" diyen patronunun uykulu sesini duyunca düşüncelerinden sıyrıldı. Ve sadece "Ben bugün işe gelemeyeceğim, biraz rahatsızım." dedi.Müdürünün cevabını beklemeden telefonu kapattı. Sonradan bu hareketine pişman olup olmayacağı umurunda değidi. Yatağından kalktı. Bir süre aynada kendisini izledi. Karşısında duran kişi gerçekten kendisi miydi? Gerçekten yaşıyor muydu? Peki neden, neden hala hissizdi? Üzerine birkaç kıyafet geçirdikten sonra usulca botlarını giydi. Cebinde bir paket Kent Switch vardı. Yağmur ise hala sigarasını yakmasına engel olacak kadar hızlı yağıyordu. Islanmak korkakların işiydi. Çünkü cesaretsiz adamlar  yağmurlu havalarda ölemezdi. Bunu bildiği için ıslanmaktan korkmuyordu. Küçük adımlarla sahile indi. Bu aptal yerleşim yerinin belki tek artısı kendi halinde olan bu sahildi. Uzun bir süre denizi izledi. Yağmur biraz azalınca sigarasını yaktı ve denizi izlemeye devam etti. Hayattaki en güzel manzara bu sonu olmayan deniz ve yağmurun birleşmesiydi. Hayatını yoluna koymalıydı. Daha iyi ve sevdiği bir iş bulmalıydı. Şiir yazmalı, aşık olmalı, bağırmalıydı. Çünkü yaşadığını hissetmesinin tek yolu bunlardan birini yapmaktı. 

Yaşamak dediğin ölüm ülkesi. Yapılacak çok şey vardı ölmeden. Yağmur hızlanıp azalarak her yeri ıslatmaya devam ediyordu. Zihni bomboştu. Birkaç dize kalmıştı aklında dandik bir yazardan birkaç cümle: "Karanlık bahçelerimde bir çiçek hep aya bakar." Oysa ki yağmur yağarken ay ve yıldızlar sahneyi terk ederdi. Bütün bunları fark ettiğinde hayatının sırrını çözdüğünü anlamıştı. O geceye aşıktı ama karanlıktan korkuyordu. Aynı cesaretsiz adamlar gibiydi o da. Ama o ölebilirdi yağmurda. Güzel günler geldiğinde ömrü bitecekti biliyordu. Bütün bunları düşünürken gözleri denize dalmıştı. Gözlerini kapadı. Yağmurun sesine kulak verdi ayağa kalktı. Yürümeye başladı. Sahilin yukarısına doğru yürüdü. Biraz daha, biraz daha... En sonunda denizi kuş bakışı görebilecek kadar yukarı çıkmıştı. Ne kadar yüksek olduğu umurunda değildi. Bir adım, bir adım daha!