7 Ağustos 2013 Çarşamba

Sevgi Mafyası ( Parlement Mavisi )

"Sakız alma, sakız çok zararlı bir şey. Oradan bir kısa Marlboro alabilir miyim ? " diyerek bakkaldaki adama parayı uzatan bu kadın, sivri uzun topuklu ayakkabıları, siyahlı beyazlı mini elbisesi, kırmızı ojesi ve rujuyla tam bir iş kadını profili çiziyordu. Düşünmeden edemedi çocuğu niye yanındaydı ki ? Kim bilir belki onu da işe götürmüştü veya sabahları göz kulak olması için bıraktığı annesinden almıştı çocuğunu. Umrunda mıydı ki ? Kendi hikayesi asla bu kadar dört dörtlük olamayacaktı. Kendisine baktığında saçı başının tepesinden dandik bir topuz ile toplanmış, ayağında çıkarmaya üşendiği pofidik terlikleri, üzerinde sabahlığı... Gözleri ağlamaktan şişmiş, gözleri sık sık dalıp giden, huysuz bir Ruh Delisi haline gelmişti. Elinde sıkıştırdığı parayla birkaç paket hazır kahve ve sigara alacaktı. Geceyi böyle geçirmeyi planlıyordu. Kendi tahmin ettiği gibi biri olmadı. Olamadı. Kendi yolunda hep emin adımlarla, dik omuzlarla yürümeye çalıştı. Yaptı. Çabaladı ve iyi bir yerlere geldi. En azından kendine göre iyi bir yere geldi. Peki şuan niye mi bu haldeydi ? Kötü bir süreç sadece. Gökyüzünün bulutlarla kaplı olduğu, karanlık güneşinin asla batmadığı, ayın parlamaktan vazgeçtiği kötü bir süreç... Hayır, ruhunun ölüp bedeninde kalması kadar kötü bir süreçti bu. Hayır, ayın geceye küsmesi kadar kötü bir süreçti bu. HAYIR ! Ayın istifa etmesi kadar kötü bir süreçti bu. Olur mu ? İnsanların sevgisini yitirdiği kötü bir süreçti bu. Hiç uykusu yoktu. Uykusu olmadığında ise ay olmazdı. Hayat onu yormuştu da yormuştu. Ama biliyordu. Bu geçecek olan bir süreçti. Çok kısa zamanda yine aynı sıkıcı ve kötü olan hayatına geri dönecekti. Çünkü bu bir süreçti. Yıllardır süren. Asla bitmeyecek gibi de gelse, bu bir süreçti. Ve o bunu da atlatacaktı. Yıkılamazdı, bu kadar erken olmayacaktı ölümü. Daha yaşaması gereken çok şey vardı hayatında. Hep güçlü kalmaya çalıştı. Ve bunu kimsenin yapamadığı kadar iyi yaptı. Çünkü insanlar hiç çekinmeden, hiç utanmadan sıkılmadan ağlayabilirdi. O ise kıyamazdı gözyaşlarına. O ise kıyamazdı gecelerine. O ise ağlardı her gün ve her gece. Bu hale gelmeyi hiç istememişti. Nasıl olduysa olmuştu işte. 

-Evet hanımefendi ? 
-...
-Hanımefendi ? 
-Özür dilerim dalmışım. Bir kırmızı Winston alabilir miyim ? He bir de bu kahveler var. 
( Adamın, aldıklarının ne kadar tuttuğunu söylemesine izin bile vermeden parayı adama verdi. ) 
-İyi günler ! 
-Size de...



Düşüncelerinin tam en yoğun olduğu anda onu bölen bu adama küfür mü etmeliydi, yoksa teşekkür mü bilemedi. Bu küçük bakkaldan çıkmasıyla sigarasını yakması bir oldu. Eve kadar fazla yürümesi gereken bir yolu yoktu. Bu kadar kısa yol için bile iki tane sigarasının ölümünü gerçekleştirmişti bile. Biran için tekrar duraksadı... Ölüm... Tanıdık bir melodiydi aslında. Kopup en fırtınalı gecenin ayazından kulağa gelen... Belki de sadece Güçsüz Kokarcadan Akla Takılası Birkaç Terim den biriydi. Bilemezdi. Sonunu asla bilmeden yaşıyordu. YANLIŞ ! Sonu belli. Herkes ölecek. (İşte bu yüzden herkes ölüyor hikayelerimde. Konumuz bu değil.) Ama nasıl ? O nasıl ölecek ? Bu onun elinde değil. Neden ? İnsanların nasıl öleceği kendi ellerinde olmalı. Herkes kendi ölümüne kendisi karar vermeli. Herkes, en sevdiği şarkıyı dinlerken ölmeli. Herkes en acılı biçimde ölmeli. Belki de kimse ölmemeliydi ? Mutlu olan herkes sonsuza kadar yaşamalıydı. O da biliyordu, insanlar insanları, insan oldukları için sevmezlerdi. Ölmek istemiyor ama ölmeye mecburmuş gibi hissediyordu. Mecburdu zaten. Ama o kendi elinden olmasını istiyordu ölümünü. Belki de ancak öyle mutlu olabilirdi. Kafası ve duyguları o kadar karışıktı ki... Ne yapacağını bilmez bir haldeydi. Buna rağmen pes etmeyecekti. Buna rağmen hala yaşamda tutunabileceği bir dal olduğuna inanıyordu. Belki de sadece kendini inandırmaya çalışıyordu. Belki de sadece yaşamaya çalışıyordu. Bugüne kadar çok hatası olmuştu. Bu güne kadar yaptığı hiçbir şeyden pişmanlık duymazken, şimdi içindeki pişmanlık onu yiyip bitiriyordu. Her şey çok mu ani olmuştu ? İçinden geçirdi ; "HAYIR ! Ben Ay'ın hiç istifa ettiğini görmedim." Her zaman kendi acılarından güç alıp yaşamaya devam etti. Her zaman o acı çekemez gibi yaşamaya devam etmişti. Nihayetinde evine varmıştı. Bahçe kapısını açıp, bahçedeki taş masanın yanında duran bir sandalyeye oturdu. Sigarası için bir küllük ve yine sigarasını yalnız bırakmamak için de bir kahve aldı. Bahçeye açılan mutfak kapısını bu yüzden seviyordu. Ve evet ! Deniz ayağının altındaydı artık. 

-Pardon ? 
-Evet, bana mı seslendiniz ? 
-Evet, siz o musunuz ? 
-O ? 
-Şu dergilerde röportajları olan ? 
-Benim, uzun zaman önceydi ama. Yazmayı bırakalı çok oluyor.
-Çok yazık. Oysaki ben sizinle bir röportaj yapmak için buradaydım.
( Kendisine bakan bu bir çift parlayan gözü reddetmek zor olacaktı. Karşısındaki kız belli ki ona ulaşmak için çabalamıştı.)
-Bahçe kapısı açık. Lütfen içeriye gel.
-Teşekkür ederim.

Kısa süren bir sessizlikten sonra ; 

-Ben sizin çok büyük bir hayranınızım aslında. Ama ne bileyim, sizin yanınızda buz kesti dudaklarım.
-Teşekkür ederim. Şu işi biran önce bitirsek ? 
-Tabii, kusuruma bakmayın. Sizi sıkmak istemedim. İlk soru : Neden yazmayı bıraktınız ?
-Canım sıkıldı. 
-Geçerli bir sebep mi bu sizce ? 
-Geçerli veya değil, zor zamanlar geçiriyorum. 
-Yazarken kimlerden ilham alıyorsunuz ? 
-Sadece kendimden. 
-Nasıl bu kadar bencilsiniz ? 
-Hayat yüzünden. 
-Hayat size ne yaptı ? 
-Kahve ? 
-Hayır, teşekkürler. 
-Sen bilirsin. Hayat beni yordu. 
-Yaşam sevincinizi, umudunuzu alacak kadar mı yordu ? 
-Sizin gibi olmamak için ne yapmalıyım ? 
-Savaşmalısın. 
-Siz tanıdığım en iyi savaşçısınız. 
-Hayır değilim. Şu halime bak. 
-Halinizde bir şey yok. Emin olun. 
-Var. Başka sorunuz.
-Boş verin, ölülerle röportaj yapmak istemiyorum. İyi geceler. 
-İyi geceler. 

Tekrar geceyle yalnız kalmıştı. Kimdi bu yabancı ? Cidden sadece röportaj yapma amacında olan basit bir dergi editörü falan mıydı ? Buna yıl sonra niye hala onu merak eden birileri vardı ki ? bunca yıl sonra neden tekrar çıkıp öylece belirmişti. Eve girdi. Çünkü üşümüştü. Eve girdi ve çatıya çıktı. Kollarını iki yana açıp rüzgarı iliklerinde hissetti. Ölümü hissetti. Ve kendini boşluğa öylece bıraktı. Evi iki katlıydı ama düştüğü yer betondu. Boşlukta geçirdiği kısa süren bir zamanda yıldızların ne kadar güzel olduğunu fark etti. Ama fazla zamanı olmadı. Yerdeki kanı çoktan yıldızlara karışmıştı bile. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder