27 Haziran 2013 Perşembe

Sevgili Şeytanın Sevgisiz Kulu


Bu yazım senin için. Sevgili bordo sever :)) 


Uyandı. Yılların sarhoşluğu vardı üzerinde. Zaman onu yormuştu. Kısa sürede attı bunu üzerinden. Şık bir şekilde sokağa çıktı. Bahçeli evinden çıkarken gayet hoş görünüyordu. Ayağındaki ince topuklu yüksek topuklu ayakkabıları, üzerine giydiğin diz hizasındaki siyah yarım kollu bir elbiseyle tam bir hanımefendi gibi görünüyordu. Bu küçük mahalle de herkes birbirini tanıyordu. Onu da tanımayan yoktu. Heran güler yüzlü ve kibar bir kızı kim tanımazdı ki. Ama bilmedikleri bir şey vardı...Onun içindekiler. Onun içindeki küçük ama masum o şeytan. Bahçesini terk ederken " Umarım o zibidiyle karşılaşmam . " diye içinden geçirdi. Haklıydı. Çünkü haksızlığa uğramıştı. Kimdi bu zibidi ? Anlamı kalır mıydı onun adını bilseydi ? Adımlarını hızlandırarak durağa doğru ilerledi. Servisinin hep beklediği o durağa... Durağa vardığında yine aynı kişiler yüzlerinde aynı ifadeyle ya otobüs ya da onun gibi işine götürmesi için servis bekliyordu. Kısa süre sonra servisi geldi. "Günaydın !" dedi o umut verici sesiyle. Bir koltuğa oturdu. Çok geçmeden o meşhur not kağıdını ve kalemini çıkardı ve yine bir şeyler not etmeye başladı. Çoğu insan bu not defteri ve kalemin ne olduğunu merak ederdi. O, ise kim sorarsa sorsun "Hiç, önemsiz bir şey. unutmamak için not aldığım birkaç şey." diyerek geçiştirirdi. Önemsiz mi ? Ha ha ?! "Hayatının özeti" orada yazıyordu o küçücük not defterinde. İş yerine varana kadar not etmeye devam etti. Kulağında kulaklıkları ve dinlediği huzur verici "Yann Tiersen" müzikleri... Yazmak onun için bir bağımlılık haline gelmişti boş duramıyordu. Nereye olduğu hiç fark etmezdi. Kimi zaman telefonuna not alır, kimi zaman direkt yazar kimi zaman da bilgisayarına yazardı. Servis yavaşladı. Artık iş yerine varmıştı. Binadan içeriye girdi ve sekizinci kattaki odasına çıktı. Odası, siyah mobilyalarla döşenmiş, dört duvardan birisi tamamen tavandan yere doğru uzanan camla kaplıydı ve camlardan denizi görebiliyordu. Görmekle kalmayıp hissediyordu. Kıyaya çarpan dalgaları, sonra durulup hafif hafif dalgaların kıyıyı okşayışını hissedebiliyordu. Bu yüzden seviyordu odasını. Duvarları uçuk kaçık bir griydi. Mobilyalarını boğmayacak şekilde bir gri. Orta büyüklükte, üzeri camdan bir masası, masasının önünde insanların oturması için iki siyah tekli koltuk vardı. Hergün sırtı denize dönük çalışmak onu rahatsız etse de kapıdan içeriye girenleri arkası dönük karşılayamazdı. Yanında kalan iki duvarının birinde duvarı tamamıyla kaplayan bir kitaplık vardı. Bu kitaplığın karşısındaki duvarda ise sunum yapabilmesi için yine duvarı tamamıyla kaplayan bir perde vardı. Çalışma masasına oturdu ve laptopunu açtı. Not defterini de çıkararak bir şeyler yazmaya başladı. Birandan bilgisayarına bir şeyler geçirirken bir yandan da not defterine eklemeler yapıyor, beğenmediği yerleri çiziyordu. Beş dakika süren bu kısa işten sonra asıl işine geçti. Masasında yığınla mavi klasik iş dosyalarından vardı. Hepsini bilgisayara geçiriyordu. Bütün işi buydu. Siyah kalın çerçeveli gözlüklerini de takıp bütün gün bu işi yapıyordu. Mutluydu. Çünkü yorucu bir işi yoktu. Ve bu işi kendi isteyerek girmişti. Günde belirli bir miktarda girmesi gereken kayıt vardı. Onları geçirdiğinde işi tamamlanıyordu. Geçirdiği şeyler genç kafalardan çıkan tazecik yazılardı. Bunları bilgisayara geçirip gerekli birimlere yolluyordu. Beğenilenler gerekirse tekrar görüşmeye çağrılıp yazar olma yolundaki ilk adımları atılıyordu. Onun işi de buydu işte. Genç kafaların yazdıklarını dosyalardan bilgisayara geçirmek ya da bellekte bulunanları düzenlemek. Gündelik dosya sayısını bitirince arkasını dönüp saatlerce denizi seyrediyordu. Çoğu zamanda yazıyordu. Mesai saati bitince de servisine binip evine gidiyordu. Bazen çok geç bazense saat altıda evde olurdu. Geç geldiğinde genelde yorgun olduğu için uyurdu. Erken geldiği zamanlarda filmler seyreder, müzik diner ve kimi zaman alış verişe çıkardı. Yalnız yaşadığı için kendine bol bol vakit ayırabiliyordu. Annesi ve babası o daha üç yaşındayken bir trafik kazasında hayata veda etmişlerdi. Bunu her düşündüğünde bu ölümün kulağa ne kadar klasik geldiğini düşünmeden edemezdi. Çocukluğu yalnız geçmişti. Onu büyüten dayısının ve yengesinin bir tane çocuğu vardı ve hayatı boyunca bu "salak" çocukla hiç anlaşamamıştı. Üniversiteyi kazanır kazanmaz buraya taşınmıştı. Ve artık kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadın olmuştu. İki yıldır beraber olduğu fakat küçük sebeplerden dolayı anlaşamadığı bir sevgilisi vardı. Ve iki ay önce de ondan ayrılmıştı. Bunu fazla dert etmemişti. Hayatında bir eksilmiş gözüyle bakmıyordu. Aslında hep hayalini kurduğu yüksek lisans için eline iyi bir fırsat geçmişti çünkü artık düşünmesi gereken çok şey yoktu. 


                                     
Yine eve erken geldiği günlerden biriydi. çok mutluydu (!). Gülen insanlar mutludur öyle değil mi ? Gülmeyi kendiyle kalıplaştırmıştı. Çünkü ne olursa olsun ağlamaktan  daha iyi hissettirdiği kesindi. Yatak odasına gitti. Birkaç saat boyunca kitap okudu. Daha sonra uzandı ve yatağına karşı bakan televizyonuna güzel bir aşk filmi takıp seyretmeye başladı. Uyumasına yakın bir telefonu çaldı. Açtığında en yakın arkadaşı çok acil ona ihtiyacı olduğunu konuşmaları gerektiğini söyledi. "Aah lanet olsun. Yeter artık ! Milletin dertlerinden kendiminkileri çözmeye vakit bulamıyorum !" diye düşünürken arkadaşına " Tamam bizim eve yakın mısın ? Hemen gel kahve de yaparım uzun uzun konuşuruz. İstersen de gece bizde kalırsın." dedi. Arkadaşı ona minnettar olduğunu söyleyerek telefonu kapattı. Yaklaşık yarım saat sonra arkadaşı geldi. Onun da dertlerini dinledi. Uzun uzun sohbet ettiler. Gece olduğunda salondaki kanepeyi arkadaşı için hazırladı ve çok geçmeden ikisi de uyudu. Sabah olduğunda arkadaşı çok teşekkür ettiğini söyleyen bir notu kapıya bırakarak erkenden işe gitmişti. Üzerindeki pijamalarını ve pofuduk terlikleriyle mutfağa doğru ilerleyip kendine bir kahve yaptı. Patronunu arayıp bugün yorgun olduğunu ve biraz hastalandığını söyleyerek işe gelemeyeceğini söyledi. Yalandı. Canı istemiyordu hepsi bu. Kahvesini yarıda bırakarak öğlene kadar uyudu. Bu uyku uzun zamandır ihtiyacı olan şeydi. Üstüne eşofmanlarını geçirip yakındaki markete gidip birkaç kutu bira aldı. Uzun çok uzun zamandır bu aptal şeyi eline bile almamıştı. Lise hayatı boyunca uyuşturucu ve alkol tedavisi görmüştü. İşe yaramıştı ve o zamandır iki illeti de bedenine sokmamıştı. Artık dayanamıyordu. Mutlu olmaktan sıkılmıştı. 
Eve vardığında ilk iş istifa ettiğini bildiren bir mail atmak oldu. Pişman olacak mıydı ? Belki de ama umrunda bile değildi. İstifa süresi aşamalı olacaktı. Onaylanır diye dua edip durdu. Bunu kafasına takmak istemiyordu. Telefonuna sarıldı. Liseden tanıdığı bir arkadaşını numarasını rehberinden buldu ve aradı. Telefondaki ses "Oooo kimler arıyor böyle ? Sen bizim numaramızı bilir miydin ?" diyerek bir kahkaha attı. "Uzatma ! Mal istiyorum hemen !" diye karşılığını aldı. Karşıdaki ses "Ne bu acelecilik ? Ha ha ! Bakıyorum tedavi işe yaramamış ! Parana yazık be! Salak ! " dedi hafif alaycı bir tavırda. İyice sinirlenerek "Malın var mı yok mu onu söyle ?!" dedi birasının ağzını açarken. "Tamam be tamam. Yeni gelen çok iyi bir tane var elimde. Uçuruyor insanı. Gönderiyorum çocukla. Bahçedeki posta kutusuna bırakır. Yalnız pahalıya patlar. İyi bir para bırak unutmamışsındır herhalde iyi para ne kötü para ne ? Ha ha ! ". "Anladık merak etme. İstediğini alırsın." diye karşılık verdi birasından bir yudum alarak. Camın önündeki koltuğa geçerek gelen giden var mı diye bakmaya başladı. Tabii ilk başta gidip yüklü bir parayı posta kutusuna bıraktı. 20-22 yaşlarındaki bir çocuk posta kutusundan parayı alıp bir şey bıraktı. "Nihayet !" deyip gidip hemen post kutusundaki malı aldı. Eve girdi sehpanın üzerine döktü ve yöntemini de ayarlayıp geceye kadar toz çekti ve evde ne kadar süs olarak duran içki varsa içti. Uzun zamandır bu kadar iyi hissetmemişti. Mutlu olduğunu hissediyordu. Hiçbir şey düşünmüyordu. Adeta bulutların üzerinde uçuyordu. Kendi dertleri ve dinlemesi gereken milyonlarca dert yoktu. Ah, evet mutluydu. Ama bu tür mutluluğa bedeni yenik düşmüştü. En azından kötü geçen bu hayatına mutlu olduğunu sanarak veda etmişti. 

2 yorum: