20 Şubat 2014 Perşembe

İki Kişi

Yağmur taneleri, tepesi tamamen camdan oluşan bu alana hızla çarpıyordu. Ve yağmur tanelerinin her çarpışında biraz daha dikkati dağılıyordu. Kafasını yukarıya doğru kaldırdı ve birkaç dakika boyunca sakinleşip yağmuru seyretmeye çalıştı. Bu bomboş salon ona huzur veriyordu. Yaklaşık beş yüz kişilik seyirci kapasitesi ve kocaman sahnede bulunan tek şey olan büyük boy kuyruklu bir piyano ile mükemmelliğin resmini en iyi oluşturacak salon burasıydı belki de. Fakat mükemmelliğe gölge düşüren tek bir şey vardı: Bu salon yıllar önce kapatılmıştı. O beş yüz kişilik koltukların kimisi kırıktı, kimisi tozdan dolayı kıpkırmızı rengini griye çalan bir tutku rengine bırakmıştı. Balkonlardaki koltukların ise çoğu gitmiş, azı kalmıştı. Balkonların kenarlıklarını süsleyen gösterişli sarı demirler kırılmış, kırılmayanların ise rengi siyaha bürünmüştü. Sahnede öbek öbek toz kütleleri vardı. Bu yer mükemmelliğin ve vazgeçişin belki de en iyi temsilcisiydi. Burayı özel yapan en önemli özellik ise yağmur damlalarının hırçınlığını burada hissedebilmekti. Fakat yağmuru sevmeyen insanlar düşünülerek kapatılabilen bir çatı sistemi de mevcuttu. Ancak bu yer kapatıldığından beri çatı sistemi hiç kullanılmadığından o da vazgeçişteki yerini almıştı. Ara sıra ise sahnenin arkasından gelen tatlı meltemin şakacı ıslıkları insanı buraya biraz daha bağlıyordu. Onu buradan kopartmayı başaramayan şey de muhtemelen buydu. Burada kendini hiç olmadığı kadar özgür hissediyordu. Buradaki her şey onun için vardı. Rüzgâr, yağmur, piyano ve hatta toz öbekleri bile. Sanki piyanonun tuşlarını kaplayan kapağı camdan yapılmış gibi büyük bir özenle ve dikkatle kapağı kapattı. Mükemmeliyetteki vazgeçişte sağ kalmayı başarabilen tek alet belki de piyanoydu. Yıllar önce burası kapatılırken insanların taşıyabileceği ağırlıktaki her şey buradan götürülmüştü. Dekorlar, arp, çeşitli müzik aletleri götürülmüş ve sahnede yer alan özel kısımlar bile sökülmüştü. Fakat kimse piyanoyu dışarıya çıkarmak için çabalamamıştı. Aynı şekilde yüksekte kalan birkaç sarı spot ışıkta yerinde sağlam bir şekilde duruyordu. Geceleri buraya geldiğinde, o spot ışığın açma kapama düğmesini bulabilmesi tam üç haftasını almıştı. Üç hafta sonra açma kapama düğmesini bulduğunda ise piyanonun tuşlarını aydınlatmaya yetecek kadar ışığı ayarlıyordu. Yağmuru sevdiği için buraya gelirken şemsiyesini almamıştı. Sahnenin arkasında gecenin karanlığına açılan, yağmur sularından, rüzgâr dayaklarından hırpalanmış ve eskimiş bir ahşap kapı vardı. Önceden bu kapının ne kadar gösterişli olduğunu tahmin etmek artık çok zordu. Kapıyı gıcırtılarla açarak dışarı çıktı.
Piyanodan ruhuna seslenen melodileri dışa vuran bu adamın, kendisini fark edip etmediğini merak etmişti. Kapıya yaklaşan adımları duyduğu anda kapının arkasından çekilmiş ve hızlıca kapının çaprazındaki, çıkıntı halindeki duvarın arkasına saklanmıştı. Yağmurun sesi çıkartabileceği olası bir sesi bastıracağı için adımlarının hızına dikkat etmemişti. Ruhunu besleyen adam gitmişti. Ve artık sadece yağmuru sesi vardı. Piyanonun sesi ise her gece olduğu gibi bu gece de karanlığa karışarak yok olmuştu. Kimdi bu adam? Nasıl oluyordu da ona bu kadar yakın gelen besteler çalabiliyordu? Bunların cevabını bulamayacağını anladığı zaman, artık sadece her gece adamın da yaptı gibi buraya geliyordu. Ve kapı aralığından hem hayranlıkla adamı izliyordu hem de ruhuna ithaf edilen bu şarkıları büyük bir zevkle dinliyordu. Adamın yanına gidip aklındaki soruları sormaya hiçbir zaman cesareti olmamıştı. Tek bir korkusu vardı: Bir gün geldiğinde adam buraya gelmeyi bıraktığında ne olacaktı? Burayı tamamen tesadüf eseri bulmuş sayılırdı. Zaten bu salon kentin çok işlek olmayan bir yerinde bulunuyordu. Kim bilir belki de bu yüzden kapatılmıştı. Kaybolmuştu. Ve o kaybolduğu gün de yağmur ve rüzgâr aynı anda dans ettikleri için şemsiyesini buraya sürüklemişti. Sesleri duyduğunda ise her şeyi bir kenara bırakıp sadece dinlemişti. Ertesi gün de ayın saatte gelmişti, sonraki gün de, bir sonraki gün de… Ve işte bugün de buradaydı. Rüzgâr eteklerini uçurmaya başladığında tüm bu düşüncelerden uzaklaştı ve adımlarını hızlandırarak oradan uzaklaştı.
  

Ertesi gece yağmur yağmıyordu. Buna hem sevinmiş hem üzülmüştü. Yağmuru sever ve ona saygı duyardı. Ancak yağmur hırçınlaştığı zaman notalarına engel olurdu. Gıcırdayan kapıdan içeri girdi. Piyanoya doğru ilerledi. Piyanonun eniyle neredeyse aynı uzunluktaki taburesine oturdu. Tabure uzun olduğu için tek hareketle kendisiyle birlikte tabureyi de piyanoya yaklaştırması mümkün değildi. Bu yüzden tabure ile piyano arasındaki mesafeyi neredeyse altın bir kural ile sabitlemişti. Fakat rahatça oturup çalmaya başlamadan önce yapması gereken ufak tefek işleri vardı. Gömleğinin ve ceketinin kollarını dikkatle yukarıya çekerdi. Parmaklarının hepsine bir kez bakar ve sol serçe parmağından sağ serçe parmağına kadar hepsini bir defa oynatırdı. Tuşların kapağını aynı kapatırkenki özeniyle açar, tuşların soğukluğunu parmaklarında bir kez hisseder ve sonra da çalmaya başlardı. Bütün bunların dikkatinden kaçmayan onun dışında biri daha olduğunu biliyordu. Her gece kendisinden hemen hemen beş on dakika sonra birisinin gelip onu dinlediğini farkındaydı. İşte her gecede onu yalnız bırakmayan konuğu bu gecede kapısının arkasındaki yerini almıştı. İzlenmek onu rahatsız eden bir durum olmadığı için her gece sabırla gelen bu konuğuna bunu neden yaptığını sorma gereğinde bulunmamıştı. Bütün dikkatini topladı ve çalmaya başladı. Tuşlara her bastığında ortaya çıkan her nota, gece ile zevk veren bir dansa katılırdı. Ve karanlığa biraz daha karışırdı. Bu ona huzur verdiği için her gece bunu yapıyordu. İnsanların ve kendisinin gürültüsünden uzaklaşabildiği tek yer burasıydı. Çoğu zaman kendisi bile kendi notalarına kapılır ve kendini geceye bırakırdı. Bu kez kendini o kadar çok geceye kaptırmıştı ki ne kendine doğru yaklaşan topuklu ayakkabıların sesini fark edebilmişti ne de bütün rutubet kokusunu delip geçen hoş parfüm kokusunu. Kadın hala şoktaydı. Nasıl olup da bu kadar cesaretini toplayıp adama bu kadar yaklaşabilmişti. Düşünmeyi bırakıp adamın yanına oturdu. Adam şaşkın gözlerle birkaç saniye çalmayı da bırakmayarak kadına baktı. Kadın ise bütün cesaretini toplayıp parmaklarını tuşlara uzattı. Ve sanki adam kadar iyi çalabiliyormuş gibi tuşlara basmaya başladı. Fakat fark etti ki o kadar uzun zamandır adamı izliyordu ki artık ruhuna iyi gelen notaları kendisi de çalabiliyordu. Artık iki kişinin rahat rahat oturabileceği taburede, iki kişi oturuyordu. Birbirlerine ihtiyaç duymayan iki kişi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder