Yemin ederim sadece kurgu valla bak!
Her insanın
karanlık bir yüzü daha olduğunu, kendininkini görünce öğrenmişti. Her gün, her
Allah’ın günü o aynaya baktığında aynı lanet yüzü görüyordu. Ne zaman kendiyle
yalnız kalmaya karar verse o zaman durup insanları düşünüyordu. Kimi zaman
duvarları rutubetli odasının penceresinden kafasını usulca çıkarıp düşünürdü
insanları, kimi zaman da birkaç satır bir şeyler yazarken. Çünkü en çok bu
zamanlarda kendiyle yalnız kaldığını hissediyordu. Gökyüzünün en hain
zamanlarına şahitlik ettiği dakikalarda, gözleri yine ayı aramıştı. Biliyordu
çoğu insan ayı severdi. Belki de sevmezdi. Onların sevdikleri ay değildi.
Yakamozdu, dolunaydı. Ama ay değildi. Hiç olmamıştı. Biliyordu. Çünkü hiçbir
insan birisini veya bir şeyi o olduğu için değil, onun yaptıkları için severdi.
Biliyordu, çünkü her aşkın sonu da bununla benzerlik gösteriyordu. İnsanlar
karşısındaki kişiden çok, karşısındaki insanın sevgisini severdi. Hoş gerçi o
aşkın tamamen bir yalandan ibaret olduğuna inanıyordu. Ama bunu düşünemezdi.
Aşk asla klasik bir yazar gibi onun konusu olmamıştı. Evet, belki aşık olmuş
olabilirdi, birkaç satır bir şeyler karalamış, şiirler yazmış olabilirdi. Ama
onun konusu aşk değildi. Onun konusu ölümdü. Büyük ihtimalle bu değişmeyecekti.
Seçtiği bu konu, onun hayatı boyunca tepki toplamasına neden olacaktı
biliyordu. Çünkü insanları çok iyi
tanıyordu. Ama yine de bu konudan vazgeçmeyecekti. “Neden ölüm?” diye
soran herkese uydurduğu fakat en ufak bir doğruluk payı olmayan bir cevabı
vardı; “Kimse yaşamayı hak etmiyor.” Oysa ki bu, doğru cevap değildi. Oysa ki
bu ayın bir diğer yüzüydü! Ayın karanlık yüzüne şahit olduğunda, o günün klasik
bir gün olacağını ümit ediyordu. Çünkü yine aynı lanet yüzle aynaya bakmış,
yine her gün uyandığında en ufak bir değişiklik göstermeden, aynı rengine
boyanan gökyüzünü görmüş ve yine aynı yerde, aynı kişi olarak uyanmıştı. Bu
“aynı” durumu elbette ki canını sıkıyordu fakat buna aldırış etmiyor, alışmaya
çalışıyordu. Bir süre sonra alışmıştı da. O gün biraz dışarıya çıkmıştı. Hava
hafiften serindi. İnce ince yağmur yağıyordu. Tatlı tatlı insanın ruhunu
okşayan bir rüzgar, ona hem küfür ettirmeye hem de dünyanın bütün
güzelliklerini hatırlattırmaya yetiyordu. Fakat o yine küfür etmeyi seçip
hayatını bir kez daha boş vermişlikten gelmişti. Rast gele girdiği bir
marketten bir şişe şarap almış, evinin yolunu tutmuştu. Evine girdiğinde de her
şey yolundaydı. Şarabını açmış, pikabının gramofonundan gelen o güzel şarkılara
eşlik bile etmişti. Başka bir plak alıp onu takmaya bile üşenmemişti bu kez.
Şarkılar yükseldikçe keyfi yerine geliyor biraz daha içiyordu. Fakat kafasını
dışarıya doğru çevirdiği anda bir terslik olduğunu anlamıştı. Zeus’un ya keyfi kaçmıştı ya da
keyfi oldukça yerindeydi. Keyfi oldukça yerindeyse daima sokaklara işerdi,
keyfi yoksa da bütün gece ağladığı bile olurdu. Biliyordu, çünkü Zeus’u da
kendi kadar iyi tanıyordu. Fakat bu seferki Zeus değildi. Bu sefer gökyüzü
ağlıyordu. Çünkü Zeus ölmüştü! Bir daha yağmur yağamayacak mıydı? Her şey
gökyüzünün keyfine mi kalmıştı?! Bu hiç adil değildi oysa ki! Bu adil olamazdı!
İşte o gün görmüştü ayın karanlık yüzünü. Ay, yağmurdan her zaman korkan bir
korkak olarak kalacaktı! Yağmur yağdığı hiçbir gün görünmezdi. Çünkü ay,
Zeus’un katiliydi! İşte o gün onun hayatında da artık bazı şeylerin
değişmesinin vaktinin geldiğini anlamıştı. Biran için duraksamış, şarabının
durduğu o küçük ama zarif sehpayı tek el hareketiyle devirmişti. Bunu yaparken
onu asla yalnız bırakmayan gözyaşları da ona eşlik etmişti. Pikabındaki plağı
büyük bir hırsla çıkartıp bir köşeye fırlatmıştı. Sonra da salonun en
köşesindeki koltuğa geçip, gök gürültülerine meydan okurmuşçasına hıçkıra
hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Neden ağladığını yine bilmediği bir zamandı bu.
Zeus’a üzülmüş olmalıydı. O gün bütün bunları yaşadıktan gözlerine tavana dikip
o rutubet kokusu içindeki odasında uykuya dalmıştı. Uyandığında ise artık
hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, olamayacağını biliyordu. Hep yaptığı
gibi insanları düşünmeye başladı. Aslında hepsi özünde aynıydı. (Bana alınmayın
bu aynı olan noktayı söylersem size hayatın sırrını vermiş olurum. Lütfen devam
edelim.) Fakat hepsini farklı kılan özellikleri vardı. Ama onun konusu bu
farklılıklar veya aynılıklar değil, onları nasıl öldürebileceği olmuştu. Çünkü
hepsi yağmuru sevdiğini söyleyip, şemsiyelerini de alıp köşe bucak yağmurdan
kaçarlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder