16 Ekim 2013 Çarşamba

Ay'ın Karanlık Yüzü



Yemin ederim sadece kurgu valla bak!   



Her insanın karanlık bir yüzü daha olduğunu, kendininkini görünce öğrenmişti. Her gün, her Allah’ın günü o aynaya baktığında aynı lanet yüzü görüyordu. Ne zaman kendiyle yalnız kalmaya karar verse o zaman durup insanları düşünüyordu. Kimi zaman duvarları rutubetli odasının penceresinden kafasını usulca çıkarıp düşünürdü insanları, kimi zaman da birkaç satır bir şeyler yazarken. Çünkü en çok bu zamanlarda kendiyle yalnız kaldığını hissediyordu. Gökyüzünün en hain zamanlarına şahitlik ettiği dakikalarda, gözleri yine ayı aramıştı. Biliyordu çoğu insan ayı severdi. Belki de sevmezdi. Onların sevdikleri ay değildi. Yakamozdu, dolunaydı. Ama ay değildi. Hiç olmamıştı. Biliyordu. Çünkü hiçbir insan birisini veya bir şeyi o olduğu için değil, onun yaptıkları için severdi. Biliyordu, çünkü her aşkın sonu da bununla benzerlik gösteriyordu. İnsanlar karşısındaki kişiden çok, karşısındaki insanın sevgisini severdi. Hoş gerçi o aşkın tamamen bir yalandan ibaret olduğuna inanıyordu. Ama bunu düşünemezdi. Aşk asla klasik bir yazar gibi onun konusu olmamıştı. Evet, belki aşık olmuş olabilirdi, birkaç satır bir şeyler karalamış, şiirler yazmış olabilirdi. Ama onun konusu aşk değildi. Onun konusu ölümdü. Büyük ihtimalle bu değişmeyecekti. Seçtiği bu konu, onun hayatı boyunca tepki toplamasına neden olacaktı biliyordu. Çünkü insanları çok iyi  tanıyordu. Ama yine de bu konudan vazgeçmeyecekti. “Neden ölüm?” diye soran herkese uydurduğu fakat en ufak bir doğruluk payı olmayan bir cevabı vardı; “Kimse yaşamayı hak etmiyor.” Oysa ki bu, doğru cevap değildi. Oysa ki bu ayın bir diğer yüzüydü! Ayın karanlık yüzüne şahit olduğunda, o günün klasik bir gün olacağını ümit ediyordu. Çünkü yine aynı lanet yüzle aynaya bakmış, yine her gün uyandığında en ufak bir değişiklik göstermeden, aynı rengine boyanan gökyüzünü görmüş ve yine aynı yerde, aynı kişi olarak uyanmıştı. Bu “aynı” durumu elbette ki canını sıkıyordu fakat buna aldırış etmiyor, alışmaya çalışıyordu. Bir süre sonra alışmıştı da. O gün biraz dışarıya çıkmıştı. Hava hafiften serindi. İnce ince yağmur yağıyordu. Tatlı tatlı insanın ruhunu okşayan bir rüzgar, ona hem küfür ettirmeye hem de dünyanın bütün güzelliklerini hatırlattırmaya yetiyordu. Fakat o yine küfür etmeyi seçip hayatını bir kez daha boş vermişlikten gelmişti. Rast gele girdiği bir marketten bir şişe şarap almış, evinin yolunu tutmuştu. Evine girdiğinde de her şey yolundaydı. Şarabını açmış, pikabının gramofonundan gelen o güzel şarkılara eşlik bile etmişti. Başka bir plak alıp onu takmaya bile üşenmemişti bu kez. Şarkılar yükseldikçe keyfi yerine geliyor biraz daha içiyordu. Fakat kafasını dışarıya doğru çevirdiği anda bir terslik olduğunu  anlamıştı. Zeus’un ya keyfi kaçmıştı ya da keyfi oldukça yerindeydi. Keyfi oldukça yerindeyse daima sokaklara işerdi, keyfi yoksa da bütün gece ağladığı bile olurdu. Biliyordu, çünkü Zeus’u da kendi kadar iyi tanıyordu. Fakat bu seferki Zeus değildi. Bu sefer gökyüzü ağlıyordu. Çünkü Zeus ölmüştü! Bir daha yağmur yağamayacak mıydı? Her şey gökyüzünün keyfine mi kalmıştı?! Bu hiç adil değildi oysa ki! Bu adil olamazdı! İşte o gün görmüştü ayın karanlık yüzünü. Ay, yağmurdan her zaman korkan bir korkak olarak kalacaktı! Yağmur yağdığı hiçbir gün görünmezdi. Çünkü ay, Zeus’un katiliydi! İşte o gün onun hayatında da artık bazı şeylerin değişmesinin vaktinin geldiğini anlamıştı. Biran için duraksamış, şarabının durduğu o küçük ama zarif sehpayı tek el hareketiyle devirmişti. Bunu yaparken onu asla yalnız bırakmayan gözyaşları da ona eşlik etmişti. Pikabındaki plağı büyük bir hırsla çıkartıp bir köşeye fırlatmıştı. Sonra da salonun en köşesindeki koltuğa geçip, gök gürültülerine meydan okurmuşçasına hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Neden ağladığını yine bilmediği bir zamandı bu. Zeus’a üzülmüş olmalıydı. O gün bütün bunları yaşadıktan gözlerine tavana dikip o rutubet kokusu içindeki odasında uykuya dalmıştı. Uyandığında ise artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, olamayacağını biliyordu. Hep yaptığı gibi insanları düşünmeye başladı. Aslında hepsi özünde aynıydı. (Bana alınmayın bu aynı olan noktayı söylersem size hayatın sırrını vermiş olurum. Lütfen devam edelim.) Fakat hepsini farklı kılan özellikleri vardı. Ama onun konusu bu farklılıklar veya aynılıklar değil, onları nasıl öldürebileceği olmuştu. Çünkü hepsi yağmuru sevdiğini söyleyip, şemsiyelerini de alıp köşe bucak yağmurdan kaçarlardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder