20 Temmuz 2013 Cumartesi

Kanlı Kele"bok "

İmzası kanla atılmış ölüm mektupları ne diye okunsun ki ? O zaman ölmemizin bir anlamı kalır mıydı ki ?


Evet... Başlıyoruz. 
"Bu yağmur da nesi ?!" Zahmetlice yerinden kalktı. Keyfi bozulduğu için yüzünü düşürdü. Ve pencereleri kapadı. Yağmurdan nefret ederdi. Kim bilir belki de ona aşıktı. Neler yaşamıştı bu zamana gelene kadar ? Karanlık... Gece... Ve bir ses böldü yalnızlığını. Kalbi atmıyordu. Umutlarını yitirdiğinden beri hiç de atmamıştı. Ruhu yorgundu. Daha önce hissetmediği birçok şeyi hissediyordu. Karanlık odasını aydınlatan, ipi uzun ve zincirden olan sadece ampulün bağlı olduğu türden bir ışığı vardı. Bir ip ve bir ampul... Uzun zamandır kendi ile bir savaş içerisindeydi. Kazanamadığı, onu derin ve ıssız çukurlara sürükleyen bir savaş... "Herkes yazabilir ! Önemli olan insanların gebermesi gerek !" diye geçirdi içinden. Derin bir nefes aldı. Yavaş yavaş bıraktı. Kendini az da olsa rahatlatmak ve kafasını toplamak istiyordu. Her ne kadar bu ona imkansız gibi gelse de, yapabilirdi. Ve yaptı da. Az da olsa rahatlamıştı bu küçük nefes egzersizlerinin sonucunda. Krizlere girip kendini yerden yere vurup, ağlamaya başladığı zamanlar için kullandığı yüksek dozda antidepresan ilaçları vardı. Küçük sevimsiz kutuları vardı. Camdan ve kahverengi. Bu lanet şeyleri kaç yıldır içtiğinin haddi hesabı yoktu. Küçük ve karanlık odasından yayılan rutubet kokusu bile artık onu rahatsız etmiyordu. Işığın çatlak çatlak yanması umrunda değildi. Işık cızırdar mıydı hiç ? Saçmalık. Onunki cızırdıyordu işte. Bitişik binalara bakan bir manzarası vardı camının. Perdeleri krizlerinden birinde söküp atmıştı. Devamlı yatma isteği... Ağlama isteği... Krizler... Krizler... Ve daha fazlası. Kendine birkaç kez zarar vermiş, her yeri iz içindeydi. Ne zaman uykuya dalsa kabuslar görmeye başlıyordu. Buna rağmen odasında tek kişilik bir yataktan başka bir şey yoktu. Kimi zaman ilaçları yan etki yapardı ve tozlu, kirli parkelerin üzerinde uyuya kalırdı. Uyandığında hiçbir şey hatırlamaz hale gelirdi . Bunlar nasıl olmuştu ? Bu hale nasıl gelmişti ? Çoğu kez yatağına öylece uzanır, gözlerini tavana diker ve bu cevapsız soruların çıkış yolunu arardı. Her şeyden nefret ediyordu. Kendi dahil. Odasının  kapısından çıktığında sonsuzluğa doğru gidiyormuş hissi uyandıracak kadar uzun bir hol vardı. Ve bu hol mutfağa çıkıyordu. Mutfak, karanlık ve pisti. Her yerde sinekler uçuşuyordu. Buzdolabında tarihi geçmiş hazır paket yemekler, kokuşmuş birkaç ev yapımı yemek, rengi hiç hoş durmayan içecekler vardı. Mutfağa fazla uğramazdı. Odasında, yatağının yanında duran küçük bir komidin vardı. Bu komidinin altında suyu dururdu. Üstünde de ilaçları. Başka bir şeye ihtiyaç çok az duyardı. "Lanet olası durmuyor !"  Yağmurdan nefret ederdi. Kim bilir belki de ona aşıktı. Bilemiyordu. Neler olmuştu ona ? Bu aynada bakmaya utandığı yüz, onun olamazdı. Bu hale gelmiş olamazdı. Kendine hayretler içerisinde aynaya bakıyordu. HAYIR ! Bu o değildi. İçindeki şeytandı. Dışarı çıkmıştı. Peki nasıl ve neden ? (Onun hikayesi umrunuzda bile değil. Onun ölmesini istiyorsunuz. Ve ölümünü meraktan çatlayacaksınız.) Babası öldüğünden beri böyleydi. Ona çok düşkündü. Her kız çocuğunun ilk aşkı ve tek kralı babası değil midir zaten ? Onun da öyleydi işte. Dayanılmaz bir acıydı yüreğindeki. Yeri dolmayan bir boşluk, gün geçtikçe tazelenen bir acı... Onu çıkmazların derinine iten kalp yanmaları...Sevgisinden nefret etmeye başladığı o gün... Sevdiği herkes gidecek miydi ? O sevmekten bu yüzden nefret etmişti. Gidemezlerdi. O birini seviyorsa karşısındaki de onu sevip sonsuza kadar onunla kalacaktı. Bu kadar basitti. Bunları düşünürken yine gözlerini tavana dikmiş bakıyordu. Bir oda bir salon olan bu evde salonun hali de mutfaktan farksız değildi. Zaten küçük bir evdi. Odasının biraz büyüğü de salondu işte. Sonsuzluğa giderken hemen soldaki oda. Bir koltuk ve birkaç sandalye dururdu salonda. Salonda yerde birkaç kan lekesi vardı. Bu lekelerin her biri onun krizine aitti. Ve o bunlara baktıkça hatırlardı neler olduğunu. Acı çekerdi. Onları temizlemeyi hiç denememişti. Umrunda değildi çünkü. Baktıkça acı çekiyor olması bile umrunda değildi. Onun hisleri yoktu ki. Ömrünün tadını henüz çıkarmamış kadar gençti. Ama bütün bu olanlardan sonra yaşamak onun için fazla bir şey ifade etmiyordu. Hayata geri dönmeyi denememiş miydi ? Birçok kez denemişti. Sevgili bulmayı, makyaj yapmayı, dışarıda gecenin bir vaktine kadar sürtmeyi denemişti. Ama olmamıştı. Çünkü o bu kadar basit yaşayamazdı asla. Hep arkadaşlarının bir adım ilerisinde olmuştu düşünceleriyle, düşünüş biçimiyle. Fakat bu fark hiç.bir işe yaramıyordu işte. Umudunu yitirmişti. Ölmeliydi belki de ? "Başlıycam yağmuruna ya !"  Yağmurdan nefret ederdi. Kim bilir belki de ona aşıktı. Elektrikler birkaç saattir yoktu. Gece... Sessizlik... Yağmur kokusu... Pencereden usulca fısıldayan rüzgar... Hiçbiri umrunda değildi. Salona gitti. Sandalyelerden birini aldı. Karanlıkta duvarlara çarpa çarpa odasına kadar taşımayı başardı. Odasına vardığında sandalyeyi ip ve ampulün tam altına koydu. Sandalyeye çıktı. Karanlıkta görmesi zordu fakat ipi ellerine alarak bir şekilde ona bir çeşit düğüm attı. Zincirden olan bu ipin ortasına bir şey geçince onu sıkıştıracak ve bırakmayacaktı. Kafasını o deliğe soktu. Zincir ipin bütün soğukluğunu boynunda hissetti. Ayaklarıyla sandalyeyi ittirdi. Nefesi kesildi. Ağzına kan tadı geldi. Gözlerinin yuvalarından çıkacağını hissetti. Gözlerinin son gördüğü şey duvara konmuş olan ve üzerinde birkaç kan lekesi olan  bir kelebekti. Düşündüğü son şey ise yağmur olmuştu. "Lanet şey hala durmad..."  Yağmurdan nefret ederdi. Kim bilir belki de ona aşıktı. Bu kadarını düşünmeye yetmişti hayatı. Yanan bir ampul. Cızırtıyla yanan bir ampul... Elektrikler gelmişti. Bu sefer de giden oydu. Geri gelmemek üzere. 

Çoktan cehennem ateşi ısıtıyordu yeryüzünü... Ve cennet fısıldadı : Herkes buraya ! 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder