17 Temmuz 2013 Çarşamba

Yıldızlar Cenneti

Her Şey Fazla Yolunda 
-Hayır o değil şapşal 
-Bir dilek tut !
-Hayır, o değil (Kahkahalar atarak) 
-Olsun sen tut yine de (Gülümseyerek) 
Biraz zaman geçer.Yattığı çimenlerin üzerinden, saçları çimenleri süpürürcesine yavaşça kalkan kız hafif buruk bir tebessümle
-Ama ya o yıldız değilse ve benim dileğim gerçekleşmezse ? 
-Olsun ne olacak ki ? 
-Benim dileğim sensin ama 
Çocuk oturduğu yerden doğruldu, kızın ellerini tutarak onun o pembe ve artık konuşurken kızı izlediği için ezberlemiş olduğu dudak çizgilerine ufak bir öpücük kondurdu ve ; 
-Bak benim dileğim gerçekleşti çoktan. Sen yanımdasın işte. 
-Ben... Ben, bu sonsuza kadar sürsün istiyorum.
-Ölüm bizi ayırana kadar yanında olacağım. 
-Söz mü ? 
-Söz !
-Hey şuradaki ! 
-Dilek tut birtanem ! 
-Tuttum bile. 

Ve ikisi tekrar el ele tutuşup, çimenlere uzanmaya devam ederler. Kızın başı oğlanın göğsünde ve oğlan da onun saçlarını okşamaktadır. 
-Lanet olsun ! Saat...
-Gitme...
-Gitmem lazım. 
-Oof, peki. Seni bırakayım.
-Gerek yok. Saat geç oldu. Sen de geç kalma eve, lütfen. 
-Ama..
-"Lütfen" dedim
-Bu seferlik öyle olsun prenses.
-Seni seviyorum.
-Ben de seni.

Oğlan en masum bakışlarıyla, kızın karanlığa doğru girdikçe ondan uzaklaşan ve karanlığın bir parçası olan bedenine baktı. Kız hep yaptığı giderken ona baktı ve el salladı. Oğlan da masumca elini salladı. Ve kız bütünüyle karanlığın bir parçası oldu. Oğlan bakışlarını artık kızın bedeninden çekerek birkaç dakika daha uzanıp tek başına yıldızları seyre daldı. Her şey yolundaydı. Onu gerçekten çok seviyordu. Biranda hayatına girmiş, hayatının kopmaz bir bağı olmuştu. İstese de ondan ayrılamazdı. Ve biliyordu, o da onu seviyordu. onu asla bırakmazdı. 

Bir Sonraki Gün 
"Günaydın sevgilim." 
"Günaydın meleğim. Ben bugün hastaneye gideceğim biliyorsun Kerem..."
"Biliyorum hayatım. Dikkat et kendine. Geçmiş olsun çok. Seni seviyorum." 
"Teşekkür ederim birtanem ben de seni seviyorum."

Bu kısa mesajlaşmanın sonunda oğlan, hasta olan arkadaşı Kerem'i ziyaret etmek için hastanenin yolunu tuttu. Hemen kapısının önünden otobüse bindi. Gideceği yol çok da uzun sayılmazdı. Beş on dakikaya hastaneye varmıştı. Hastaneden içeri girdi. Burnuna gelen o yarı sağlık yarı da küf kokusu hemen ona nerede olduğunu hatırlatmaya yetti. Etrafta koşuşturan hemşireler, sıra bekleyen hastalar, sıra bekleyen sağlıklı insanlar... Kolu, bacağı alçıda olanlar, değnek yardımı ile yürüyenler... Etrafında bu insanları gördükçe haline şükrediyordu. Gözleri hastanedeki o karmaşayı izlerken dalmıştı. "Affedersiniz bayım, ne için gelmiştiniz ?" Biraz irkildi ve duraksadı, "Kerem !" buraya onun için gelmişti. "Kerem ?". "Arkadaşım, trafik kazası geçirdi. Bana burada yattığı söylendi." "Aa, evet şu genç çocuk, 6. kata çıkın orada size yardımcı olacaklarıdır." "Tamam, teşekkürler." Hastane asansörlerinden nefret ederdi. Güvenli değillerdi. Asla olmayacaklardı. Güvenli olsalardı hastanede ne işleri vardı ? Heran birine bir şey olabilirdi o asansörlerde. Merdivenlerden çıkmaya karar verdi. Her katta ayrı bir hikayeyi, her insanın ayrı bir acısını gördü. Sessiz kalmakla yetindi. Altıncı kata geldiğinde hemen Kerem'in ağlayan anne ve ablasını gördü. Babası Kerem küçükken vefat etmişti. Kerem'in annesi ona yaklaşan çocuğu görünce "Emre, oğlum !" diyerek sarılıp ağlamaya başladı. Kerem ile Emre ilk okulu ve lise boyunca aynı sınıfta olmuş, üniversitede ise yolları bölümleri yüzünden ayrılmıştı. Arkadaş değillerdi, kardeşlerdi onlar. "Tamam, Ayşenur Teyze lütfen ağlama. İyileşecek benim kardeşim, söz. Durumu nasıl iyi mi ?" Kerem'in annesi dolu gözleriyle baktı, yaşları akmaya başladı. Kerem'in ablası söze girdi : "Hala yoğun bakımda... Hayati tehlikeyi atlattı çok şükür. Doktorlar iyileşmesi imkansız bile dediler.Bekliyoruz." Emre'nin gözleri doldu. Duvarları parçalamak istedi, olamazdı. Daha çok erkendi. Başından aşağıya kaynar sular döküldü. Öfkesinden duvara geçirdiği bir tane yumrukla eli kanamaya başladı. Ama öfkesinden hissetmedi bile. Durdu, biraz düşündü ve şöyle yanıtladı "Hayatta imkansız diye bir şey yoktur, çünkü mucizeler vardır. Bu çok sevdiğim bir yazara ait sözdür. Ve sonuna kadar da doğru. Şimdi silin gözyaşlarınızı. Güçlü olmamız gerek." dedi. Kendi söylediklerine tamamen zıttı. Daha fazla tutamadı gözyaşlarını. 

"Aşkım ?" 
"Sevgilim, bu gece yazamayacağım. Refakatçi olarak hastanede kalacağım. Seni seviyorum."
"Peki, kal kal yalnız bırakma Ayşenur Teyze ile Leyla Ablayı. Ben de seni seviyorum." 

Bu kısa mesajlaşmadan sonra Emre, Leyla'nın yanındaki koltuğa oturdu. Ve Leyla'nın annesine bakarak : 
-Ayşenur Teyze
-Efendim oğlum
-Ben bu gece buradayım. Ne olur siz gidip biraz dinlenin. 
-Ama oğl..
-Hatırım için. 
-Peki madem.

Güzel Günler Bitti...
-Doktor ! Doktor ! Hemen doktor çağırın !
-Ne ?! Neler oluyor ! 
-Doktor çağırın dedim ! 
-Doktor ?! 
-Olamaz ! 

Bu seslerle uyanan Emre hemen koşup Kerem'in kaldığı yoğun bakım ünitesine koştu. Seslerin oradan gelmemesi için dua ederken, birçok hemşire ve doktorun Kerem'in çevresinde olduğunu gördü. Ona doğru tutulan doktorun iki elinde de bir tane bulunan şok cihazı ile doktor, her defasında onun bedenini bir adım daha yükseğe çıkartıyordu. Dayanamadı. "Kerem...Kardeşim..." diye ağlayarak kendini yere bıraktı. Dizleri üzerinde çökmüş duvarları yumrukluyordu. Çok geçmeden yanına gelen Leyla kardeşini öyle görünce, ağlamaya başlamış, çığlıklar atıp her yeri tekmeliyordu. Çok geçmeden baygınlık geçirdi. Hemen bir hemşire ona müdahale etti. Emre, yıkılmıştı. 

Kara Bir Gün 
-Hakkınızı helal ediyor musunuz ? 
-Helal olsun ! 

Hala inanamıyordu. Nasıl ölürdü kardeşi ? Nasıl onu yalnız bırakırdı onu yapayalnız ? Bir tek o vardı onun için. Bazı günler onlarda bile kaldığı olmuştu. Onun annesi ve babası da küçükken trafik kazasında ölmüştü. Zaten tek çocuktu. Hiç sevmediği dayısı bir şekilde onu büyütmüştü işte. Sonra o kendi yolunu çizmişti. Yalnızdı. Bir tek Kerem vardı ailesinden. O da gitmişti işte. Omuzlarına aldığı o soğuk tahtadan tabut... İçinde en son kefenine bürünmüş olmasını dileyeceği kişi... Annesinin feryatları "Kerem ! Kerem ! Annem !"... Yüreği parçalanıyordu. Başınız sağ olsun, mekanı cennet olsun... İnsanlar için ölüm bu kadar basitti işte. Hayatını aydınlatan bir yıldızı öylece kayıp gitmişti onun. Sevgilisi elinden tuttu. Ona sarıldı. Başı örtülü, siyahlar içindeydi, herkes gibi. Sarılınca ikisi de ağlamaya başladı. "Bunu beraber atlatacağız, söz." dedi sevgilisi. Emre ise hala Kerem'i cennete uğurlamaya hazır değildi. Gitmişti. Ve o gece bir yıldız kaydı. Bir daha geri dönmemek üzere...


Yıllar Sonra 
-Hayatım, kravatlarımı bulamıyorum. İşe geç kalacağım.
-Alttaki çekmeceye bak Emre ! 

Emre'ye yol gösteren bu ses sevgilisi Gamze'den başka kimse değildi. İkisi de üniversiteyi bitirince evlenmişlerdi. Ve şimdi tek katlı, bahçeli bu evde birlikte yaşıyorlardı. Hep hayal ettikleri gibi. "Bugün ayın sekizi. Kerem gideli tam 6 yıl olmuş. Zaman ne kadar da çabuk geçiyor." diye içinden geçirdi. 

-Ben çıkıyorum Gamze !
-Tamam canım dikkat et.

Üniversitede okuduğu bölüm mimarlıktı ve o şimdi işinde başarılı bir iç mimar olmuştu. Kerem ile hayalleri vardı. O dış mimar olacaktı. Beraber ofis açıp işlerini yapacaklardı. Olmadı. Emre, hayatının nasıl şekilleneceğini bilemezdi. Yarı mutlu yarı üzgün bir şekilde iş yerine gitmek için arabasına bindi. Bir saat süren bir yolculuktan sonra iş yerine vardı. Dosyalar... Dosyalar... Dosyalar... Bir yandan aklı ister istemez Gamzedeydi. Çünkü Gamze birkaç aydır baş ağrısı ile mücadele edip duruyordu. Doktorlar migreni olduğunu söylemiş çeşitli ağrı kesiciler vermişti. Yarın hafta sonu olacaktı. Ve Gamze ile yakın oldukları arkadaşlarıyla beraber pikniğe gideceklerdi. Gamze, küçüklüğünden beri istediği moda tasarım bölümünü üniversitede de okumuş ve başarılı bir modacı olmuştu. Kimi zaman evde tasarımlar yapıp işini internet üzerinden hallederdi kimi zaman ise ofise giderdi. Bir aydır yerinden bile kalkası gelmiyordu. 

Yoksa..?
Mutfaktan gelen seslerle irkildi Emre. Gözünü açtığında yanında göremediği Gamzeden şüphelendi hemen. Saat 06.32 idi. Hemen yatak odasından çıkıp mutfağa koştu. Gamze mutfağın zemininde öylece uzanıyordu. Ve başı kanıyordu. Bu manzarayı görünce eli ayağına karıştı. Ne yapacağını şaşırdı. Hemen telefona sarıldı. Ambulans çağırdı. Apar topar hastaneye gittiler. Gamze'yi acilden almış hemen ameliyata sokmuşlardı. Doktor, önemli bir şey olmadığını, sadece başında ufak bir yarılma olduğunu dikiş attıklarını söyledi. Az da olsa bu Emre'nin yüreğine su serpmişti. Gamze'yi hastaları yatırdıkları odalardan birine aldılar. Gamze, hasta yatağında uyurken, Emre hemen yanındaki koltukta oturup onun uyanmasını bekliyordu ve elini tutuyordu. Gamze uyandığında eşine bakıp tebessüm etti. 

-Hayatım ?
-Gamze ! Şükürler olsun. Seni çok özledim. İyi misin ? Konuşmak için zorlama kendini birtanem istersen. 
-İyiyim canım. Sadece başım döndü biraz, su içmek için kalkmıştım.
-Tamam hayatım, beni çok korkuttun ama 
-Korkma, ben iyiyim.

O günü de hastanede geçirip evlerine geri döndüler. Emre, salondaki televizyona bakan koltuğu Gamze için hazırlamış, işten izin almış ve onunla ilgileniyordu. Gamze her ne kadar önemli bir şeyi olmadığını söyleyip onun işiyle ilgilenmesini söylemiş olsa da Emre onu dinlememişti. 


Korkma, Ben İyiyim 
Gamze, salondaki aynalı vitrindeki çekmecede sakladığı ilaçlardan aldı ve içti. Emre'den sakladığı bazı şeyler vardı. Bunu doktoru da biliyordu. Önceden beri bu doktora gidiyordu ve bu doktor, Gamze'nin hastalığının ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu. Fakat Gamze bunu Emre'ye söylemeye asla cesaret edememiş, migren deyip geçiştirmişti. Beyninde tümör vardı. Emre ile tanışmadan önce ameliyat olmuş ve yıllar geçtikçe iyileşmişti. Eski haline geri dönmüştü. Ama bundan Emre'ye hiç bahsetmemişti. Fakat şimdi yine tekrar eden bu hastalığın ameliyatı oldukça riskliydi. Yatacağı ameliyat masasından kalkma olasılığı çok düşüktü. İlaçlarla geçirmeye çalışıyordu. Biliyordu, bu sefer şansı çok azdı. Ama bunu Emre'ye söyleyemezdi. 

-Ben çıkıyorum. Yetiştirmem gerek acil bir dosya gelmiş. Hemen dönerim. Bir şey olursa hemen ara. 
-Bak işine lütfen. 
-Ama sen ?
-Korkma ben iyiyi...
-Gamze ?! Gamze ?! 

Koltukta uzanan kız gözlerini kapatmış, kolu koltuktan aşağıya doğru düşmüştü. "Gamze ! Gamze ! Kendine gel ! Hadi birtanem ! Lütfen ! " Ambulans çağırdığında her şey için çok geçti. Emre'nin artık gökyüzünde hiç yıldızı kalmamıştı. Gamze, onu bırakıp gidemezdi. Aklına kaçamak buluşmaları, çimenlere uzanıp yıldızları seyrettikleri o gece geldi. Gidemezdi. Bu kadar erken olamazdı. Gamze, yıldızların cennetine gitmişti. Emre'yi öylece bırakıp gitmişti. Emre ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Tek yapabildiği şey ağlamak oldu. Gözyaşlarıyla yanaklarını, yüzünü ıslata ıslata ağladı. Ağlaması sonbahar yağmurları gibiydi. İnce ve hüzünlü. Suskun fakat fırtınalı. Kalbinde kopan fırtınalara yenik düşmemek için tutunması gereken bir dal olmalıydı hayatta. Fakat o dal, yıldızlarla birlikteydi artık. Yaşamasının bir anlamı yoktu onun gözünde. Fakat ölemezdi. Gamze'nin isteyeceği son şey bu olurdu. Ölmüştü. Ruh ölümü gerçekleşmişti. Çünkü umutları tükenmişti. Ve umudu tükenen insanlar, hayaletten farksızdırlar. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder