5 Temmuz 2013 Cuma

Cızırtılı Karanlık

Sevgisiz melekler için...


AKŞAM
Yürüyordu. Saçları çok nadir uğruyordu ensesine,omuz başlarına. Gözleri yağmurdan başka hiç 
kimseyi görmüyordu. Yorgundu. Yaşamaktan yorulmuştu. Hayat onu yorgun kılmıştı. O sadece mutlu olmak istiyordu, tek dileği cidden buydu. İki tarafta sonsuza uzanan iki sıra kaldırım...İki sonsuzluğu dolduran, sonsuz bir yol... İşte o sonsuz yolda yürüyordu o da. "Bütün sokak lambaları sarı olmalı. Sonbaharda en uyumlu olanı bunlar." diye düşündü. Haklıydı, beyaz bir melek sarı meleği çirkin gösterebilirdi. Ayakkabılarının çıkardığı tık tık tık sesine bile aldırış etmiyordu. Üzerinde "kırmızı palto"su. Emin adımlarla yürüyordu. Mutsuz muydu mutlu muydu bilemiyordu. Yorgundu sadece. Tek bildiği buydu. Bunu diğer insanların bilmesine gerek yoktu. Saçlarını ensesine ve omuz başlarına değdirmemeye özen göstererek, omuzları dik ve kendinden emin bir şekilde yürüyordu. Neşeli insanların mutsuz olduğu nerede görülmüş ? O çok sevilen gülüşü kendinden söz ettirirdi hep. Herkes gülmenin ona yakıştığını söylerdi. O da bunu bilirdi. Sırf bu yüzden güldüğü bile olmuştu. Arada sırada söyleniyordu, sonsuzluğunu süsleyen ağaçlara, kendisine, hayata. O kadar saçma geliyordu ki her şey ona. Sonsuzluktan evine vardı. İki katlı , bahçeli güzel bir evde yaşıyordu. Her şeyi bir düzen ve uyum içindeydi. Evinin renkleri bile insanı ahengiyle büyüleyebilirdi. Hafif gri tonlarında duvarları, beyaz mobilyaları ve siyah ev eşyaları. İç bunaltıcı mı ?! Hayır ! Aksine ruhu besleyen bir huzur vardı. Çünkü bütün bu renkler tam kararındaydı. Evinin duvarlarında hatıralarının aynası olan fotoğrafları vardı. Paltosunu çıkarttı. Ve yerine astı. Ayakkabılarını çıkardı, yerine koydu. Ahengi bozmak istemezdi. Usul adımlarla üst kattaki odasına çıktı. üzerine rahat şeyler giydi. Saçlarını topuz yaptı. En sevdiği şarkıyı mırıldanarak (Şimdi herkes kendi en sevdiğim şarkıyı düşünsün!) merdivenleri inip mutfağa geçti. Aç değildi. Morali bozuktu ve iştahı da yoktu. En sevdiği yemeği pişirdi. (Şimdi herkes en sevdiği yemeği düşünsün!) Altını kapatıp ocakta bıraktı. Salona geçip laptopunu kucağına aldı. Bir iki siteye bakınıp çıktı. Laptopu bir kenara bırakıp koltuğa uzanıp, gözlerini tavana dikti. (Hayır ! Tavan için abartmalı bir tanım yapmayacağım ! Hepimizin her gece baktığı beyaz boş tavan işte !)  Hayat onu niye bu kadar yormuştu ? Yalnızdı, her şey ortadaydı. Düşünmekten uykusu gelmişti. Oldukça yorucu bir gün geçirmişti. Yukarı çıktı. Üzerine pijamalarını geçirdi. İki kişilik yatağına uzandı... Ve uyudu. 

SABAH
"Allah kahretsin !" camdan baktığında ağzından dökülen kelimeler bunlar olmuştu. Çünkü gördüğü şey yine aynı gökyüzü yine aynı kuşlar yine aynı güneş...(Bu "yine" ve "aynı" lar bitmez gelin devam edelim.) Her şey çok sıradandı ve o sıradanlıkları hiç sevmezdi. Üzerine siyah bornoz tarzı olan sabahlığını geçirdi. Dilinde yine en sevdiği şarkısı ile aşağıya indi. Evin içinde sigara içmekten nefret ederdi. Ama mutfağı bunun için hep iyi bir yer olmuştu. Mutfaktan kahvesini alıp sigara içmek için bahçesine çıktı. Uzaklara daldı. Öyle boş boş bakıyordu. Tam uzaklara dalmışken "Affedersiniz !" diyen bir sesle irkildi ve "Evet ?" diyebildi. Karşısındaki postacıydı. 

-Baya.. 

-Evet evet o benim !
-Henüz isminizi bile söylemedim...
-Benim bahçemde, bu güzel anımın içine ettiğinize göre bu kadar küstahlık etmeye hakkınız yok.
-Hay aksi ! Şey...Ben...Özü..
-Dilemeyiniz ! Evet, ne gelmiş bana ?
-Bir mektup efendim.
-Ya... Demek öyle... Bir mektup he ! Kimden ?
-Bay...
-Yine mi o i*ne ?! 
-Ama efendim henüz ismini bile söylemedim. 
-Benim bahçemde bu güzel anımın içine etse etse o eder. 
-Peki... Alacak mısınız ? 
- (Sigarasından bir fırt çekerek) Bırak oraya, görmüyor musun ? Meşgulüm..
-Şey... Ama bir de pake...
-Yine ne paketi ya ?! Lanet bir imza çak işte benim adıma. 
-Yapamam efendim.
-Korkak ! 
-Kurallara aykır...
-Kural nedir ? 
-Efendim ? 
-Aykırı olduğun şu körü körüne bağlı olduğun diyorum kural ne ?
-Yazılı...
- (Dumanını adamın üzerine üfleyerek) Ben de yazıyorum. Benim yazdıklarım da kural mı ?
-Ama cümlelerimi bitirmeme izin vermiyorsunuz !!
-Bitirme ! Meraklı değilim seni dinlemeye ! 
-İmza ? 
-At dedik ya ! 
-Ama efendim kura..
-Başlatma kuralına ! 
-Peki efendim.. Bırakıyorum. 

"Bütün anımın içine etti !" diye düşünerek sigarasını yere attı. Mutfağa girerken göz ucuyla dışarıya baktığında postacının hala orada durduğunu gördü. 


-Ne bok yiyorsun sen hâlâ burada ! 

-Ben...
-Git bence de 
-Ama ben konuşmadım bile ! Bu nası...
-Müneccimim ben ! Bak yine yaptım ! 
-Hay aksi ! Ben gidiyor...
-Git dedik ya ! 
-Özü...
-Dileme ! Git hadi ! (Ve bahçesinden salonuna geçti.)

Postacı, klasik mavili postacı kıyafeti, yanına astığı kahverengili çantası ve kafasına taktığı lacivert şapkasıyla işine devam etmek için yola koyuldu. Uzaklaşırken dönüp arkasına bakmaya çekinmişti. Gördüğü o muameleden sonra... Ve ilerledikçe sonsuzluğa karıştı.

ÖĞLEN 
"YETEEER !" Evin içinde yankılanan bu çığlığın sahibi kim olabilirdi ki ? " Yüzsüz yüzsüz 'Günaydın !' mesajı atıyor ya olacak iş değil ! " diye kendi kendine söylendi. Postacının içine ettiği sabah keyfinden sonra yeni bir keyif yapmak için tekrar salondan mutfağa geçti. Burnuna bir koku geldi. Hafif uçuk kaçık bir şey. Dışarıdan geldiğini düşünüp aldırış etmeden devam etti. Kafasını çevirip takvime baktı "8 Temmuz" yazısını gördükten sonra "Hay ananı.........." diyerek devam etti. En azından cumartesiydi. Bu da güzel. Bahçeye çıktı. "Aman be !" Laptopu salonda unutmuştu. Ağır adımlarla salona geçip aldı. Sonra yine mutfaktan bahçeye geçti. Mutfakta bu kez ocaktaki yemek dikkatini çekti. Hala aç değildi. Ve en özenle pişirdiği o en sevdiği yemeği yine oracıkta bırakıp tekrar bahçesine geçti. Ve bahçesindeki iki tane büyük sandalyeden birine oturdu. İki sandalyenin arasına lütfen konulmuş o küçücük masaya da kahvesini koydu. Yine uzaklara daldı. Düşünmesi gereken çok şeyi vardı. Nereden gelmişti ? Nereye gidiyordu ? Artık anlamı yoktu. Yaşaması bile ona anlamsız geliyordu. Ama ölemezdi. Hayır hayır hayır ! Yaşayacak çok şeyi vardı. Bir sigara  yaktı. Halinden mutsuz muydu ? Evet oldukça... Düzelebilir miydi ? Bilmiyordu. En çok canını yakan buydu. Bilmemek. Ne diyeydi bütün bu tantana ? Yaşama savaşı. Yaşam mücadelesi. Çırpınış... Zaman öldürmek için, laptopunu eline aldı ve öyle boş boş birkaç internet sitesinde dolaştı. Hava kararıncaya dek bahçede oturdu. Halinden mutluydu. Yani emin değildi. (Bana ne ben ondan bana ne diye yükleniyorsunuz onun kafasından geçenler.Allah Allah ya !) Ölmeyecekti. Çok erkendi bunun için. Biraz dışarıya çıkmaya karar verdi. Bilemedi. Vazgeçti. Salona gitmekle yetindi.

AKŞAM 
Hala sabahlığıylaydı.

GECE 
"Her Allah'ın günü diğeriyle birebir aynı." diye düşündüğü zaman diliminde nasıl düşünmesi gerektiği bilemedi. Mutlu gibiydi. Mutsuzdu. Ama keyfi yerindeydi. Evet evet ! Tam da buydu. Büyük Ev Ablukada haklıydı. Bu sefer mutsuzdu, ama keyfi yerindeydi. Gecenin karanlığında hiçbir ses onun keyfini bozamazdı. Ha ha ! Onun keyfini bozmaktan kolay ne vardı ki ? Salondaki televizyonunu açıp önüne gelen ilk kanalı izlemeye başladı. Aptal bir dizi vardı. Evet, bu hayatında gördüğü en aptal diziydi kesin. Uykusunun geldiğini anladığında, yukarı çıktı ve pijamalarını giyip yatağına uzandı. 

4.12
Su içmek için kalktı. Dili damağına yapışmıştı. Sanki yıllarda çölde yaşayan birinin suya duyduğu hasreti yaşıyordu. Kalkınca uykusu kaçacaktı biliyordu. Ve buna rağmen kalktı. Hiç duraksamadan mutfağa gitti. Suyunu içti. Mutfaktan cızır cızır sesler geliyordu. Dışarıdan geldiğine güvenerek aldırış etmedi. Mutfakta bıraktığı sigarasını açtı. Çakmağı da tam tezgahın üzerindeydi. Sigarasını iki parmağının arasına yerleştirdi. Ağzına götürdü. Çakmağını aldı diğer eline. Sigarasıyla aynı hizaya getirdi. Ve çakmağını yakt...BOM! O da ne bir gaz kaçağı mı ? Elveda hayat.... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder