
Hayır ! Vakit geç olmuştu. Terasa -hoş ona göre cennete- açılan kapıdan gerigirmek ona işkence gibi de gelse başını hafif eğerek alçakta kalan kapıdan geçti. İçerideydi. Mutlu gibiydi sanki. Şehirde o kadar çok şeyini kaybetmişti... Tek kaybedemediği şüphesiz içine attığı o sonu olmayan dertleri ve sıkıntılarıydı. evet, şu kimsenin bilmediği şeyler. (Merak ettim şimdi, neydi ki acaba ?) Gecenin karanlığı şehrin aydınlığını örtmek için yetersiz kalıyor ve şehir geceyi kahkahalarıyla bölüyordu. "HAY ALLAHIN CEZASI YA !" Eli kesilmişti. Kanı bembeyaz zeminlerde yılanın hareketlerini taklit edermişçesine yayılıyordu. "Ahh!" canı acımıştı. Ruhu değil, canı. En azından bu onu anca mutsuz edebilmişti. Ruhunun acıları ona daha çok ilham verirdi. BAŞKA BİR YOLU OLMALI. Kanayan eli ona acı veriyordu. Zar zor adımlarla ecza dolabından bir şeyler aldı. Ve bir koltuğa oturdu. Kimsesizdi. Kalabalıkta yalnızdı. Hepimiz gibi. O bizden biri. Hepimiz gibi. Yaşamaya çalışıyor. Çırpınıyor. ama içten içe yıkılıyor. İçten içe sönüyor. ve bunu o da biliyor, hissediyor ve farkında. Bu farkındalık umrunda bile değil. O sadece ölmek istiyor. Eline pansuman yaptı. Sardı sarmaladı yarasını. Ah bir de kalbine yapabilseydi aynı şeyi. Beyaz zeminde hala kan izleri duruyordu. Bu cehennem onun küçük ofisiydi. Ve ofisinden cennete adım atabiliyordu. Bu minicik yerde bir bok yaptığı yoktu. Kapısında dandik bir "Avukat" tabelası vardı. Kimse bu tabelayı umursayıp yukarı çıkma zahmetinde bulunmazdı. O da uzadıkça uzayan saçma sapan nedenlerden dolayı açılmış davalarıyla ilgileniyordu bütün gün. Evi ile iş yeri aynıydı. Arka odada bir yatağı vardı hatta. Başını yastığına koyduğunda uyuyamadığı o lanet yatağı. Mutlu insanlar hemen uyuyabilir, yatak odasında sigara içilmez. Hergün hergün aynı bok. Geceleri severdi. Biran önce yatağa girmek istediğini fark etti. Şehrin sesleri yatarken bile kulağına geliyordu. Kırmızı, yaylarla birlikte hareket eden o tramvayın sesi kulağını okşuyordu. Şehir adeta ona masal okuyordu. Terastan gelen sesler duyduğuna yemin edebilirdi. Hemen fırladı ve terasa çıktı. Ona doğru bakan iki göz göreceğine emindi. Başını yine eğerek cennete girdi. Ve evet ona bakan iki göz vardı.
-Kimsin sen ?!
-Benim...
-Sen ?
-Benim, sen !
-Bu mümkün değil ! Kimsin sen ?!
-Senim !
-Bu imkans...
-Değil ! Ben senin şeytanınım... O içinde beslediğin küçük yumurcak benim ! Beni seviyordun hani ne oldu ?! benimle yüzleşmek mi incitti seni ?! Ne sanıyorsun sen kendini ?!
-Defooooool !
-Ben senim ! Gidersem ölürsün.
-Durma !
-Ne bok yiyeceksin ben olmazsam ?!
-İMDAAAAAAAAT
-Seni kimse duyamaz.
-Aaaaaaaaaaaaa !
-Boşuna çırpınma yıkılıyorsun...
-YARDIM EDİN ! lütfen...
-Öleceksin !
-İstemiyorum !
Boğazına yapışmış iki el hissetti. O, onu itiyordu. O da onu. Çırpındı. Hayatı için son kez savaşmak istedi. İMDAT ! Duyan yok... Kendiyle savaşıyordu. Çığlıklar atarak ellerini saçlarına geçirip geçirip çekiyordu. Çığlık çığlığa bütün şehri inletiyordu. Ama kimse oralı değildi .Gözyaşları süzülüyordu. Rüzgar canını yakıyordu... İMDA......
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder