9 Temmuz 2013 Salı

Yıkım

Çok hafif hafif hissediyordu rüzgarın onu narince okşayışını... Bu okşayış ki ruhuna kadar uzanıyordu sanki. Bu okşayış ki taa eski zamanların yorgunluğunu, ruhunun derinliklerinden kazımak içindi. Bu okşayış ki  ona güç verirken geçmişi unutmasına yardım ediyordu. Rüzgar onu hafif hafif okşamaya devam ederken sigarasının dumanı yavaşça havada süzülüyordu. Sessizlik hakimdi şehre. Kimilerin yalnızlığı, kimilerin kırgınlığı, kimilerinin yıkımı hakimdi şehre... Gözlerinin altında uykusuzluktan oluşan küçük torbalarla ne kadar sevimli görünebilirse bir insan o da o kadar sevimliydi. Uzun zamandır aynı ruh halindeydi. Uzun zamandır hep aynı hissediyordu. Uzun zamandır iyi değildi. Bunu kendinden başka kimse bilmiyordu.Çünkü hem iyi rol yapıyordu hem de anlatmaya çalıştığı birkaç kişi onu önemsememişti bile. Anlattığı insanlar "Her zamanki bizim Leyla işte." deyip geçiştiriyordu. Bunu o da farkındaydı. Ama insanların onu önemsememesini önemsemiyordu. Biliyordu hepsinin işi bir gün düşecekti ona. Ve o yine aynı hatayı yapacaktı. Yine daha sonra onu kimsenin önemsemeyeceğini bile bile hepsinin derdini kendi derdi gibi dinleyecek, hepsine akıl verecek ve gece başını yastığa koyduğunda kendi ile hesaplaşacaktı. Kendi sorunları ve kendi dünyası vardı. Kimse umursamıyordu ama vardı işte. Kimse önemsemiyordu belki ama kendine göre vardı işte. Sigara içmek onu rahatlatıyor muydu ? Belki de. Bir dumanın daha havaya dağılışını, havaya sevişircesine karıştığını izledi. Rüzgar eserken, üzerindeki dizlerinin biraz üzerindeki, siyah, o narin belini nazikçe" saran siyah üzerine hafif kırmızı desenli bezden kemeri ise vücudunun bütün güzelliğini "Ben buradayım." dercesine ortaya çıkarıyordu. Hayır hayır amacı bu değildi. Kendini göstermek gibi bir amacı asla olmamıştı. Olmayacaktı da. Herkesin diline destan olmuş bir gülümseyişi vardı zaten. Kendini kimseye ispat etmek veya göstermek değildi amacı. Ayaklarındaki topuk ve platform kısmı kırmızı kendisi siyah olan yüksek topuklu ayakkabıları o bezden kemerine ne kadar uyum sağlıyordu... Eksik bir şeyler vardı işte. Lanet okuduğu eksik kalan bir şeyler vardı işte. Neydi peki bu ? Bütün şehir ayaklarının altındaydı işte. Ne eksik olabilirdi ki ? Kendi eksik olabilirdi anca. Evet sorun buydu. Dışarıdan gördüğü manzaraya kendi eksikti. Bu manzaraya dahil olmak için ruhunu ikiye bile bölebilirdi. Bu manzaraya dahil olabilmek için şeytana ruhunu emdirebilirdi. Çok sert olmadan. Yumuşak hareketlerle. Sigarası bitiyordu. Manzaraya iyice baktı. İçine çekti onu. Kafatasının en ücra köşelerine kadar bu manzarayı kazıdı. İleride bir gün bu manzaraya dahil olacaktı ! Evet, evet mutlaka olacaktı. Biraz düşündü. Ama nasıl ? Sigarası bitti. İki parmağının arasından süzülen sigara rüzgarın etkisiyle salına salına sonbahardaki yapraklar gibi yere düştü. Küçük küçücük bir kırmızılık... Üstüne basarak olabilecek felaketleri önledi. Bu teras katında sigara içmek ona mutluluk veriyordu. Bütün şehri izlerken özellikle. (HOŞ GELDİN SEVGİLİM !)
Hayır ! Vakit geç olmuştu. Terasa -hoş ona göre cennete- açılan kapıdan gerigirmek ona işkence gibi de gelse başını hafif eğerek alçakta kalan kapıdan geçti. İçerideydi. Mutlu gibiydi sanki. Şehirde o kadar çok şeyini kaybetmişti...  Tek kaybedemediği şüphesiz içine attığı o sonu olmayan dertleri ve sıkıntılarıydı. evet, şu kimsenin bilmediği şeyler. (Merak ettim şimdi, neydi ki acaba ?) Gecenin karanlığı şehrin aydınlığını örtmek için yetersiz kalıyor ve şehir geceyi kahkahalarıyla bölüyordu. "HAY ALLAHIN CEZASI YA !" Eli kesilmişti. Kanı bembeyaz zeminlerde yılanın hareketlerini taklit edermişçesine yayılıyordu. "Ahh!" canı acımıştı. Ruhu değil, canı. En azından bu onu anca mutsuz edebilmişti. Ruhunun acıları ona daha çok ilham verirdi. BAŞKA BİR YOLU OLMALI. Kanayan eli ona acı veriyordu. Zar zor adımlarla ecza dolabından bir şeyler aldı. Ve bir koltuğa oturdu. Kimsesizdi. Kalabalıkta yalnızdı. Hepimiz gibi. O bizden biri. Hepimiz gibi. Yaşamaya çalışıyor. Çırpınıyor. ama içten içe yıkılıyor. İçten içe sönüyor. ve bunu o da biliyor, hissediyor ve farkında. Bu farkındalık umrunda bile değil. O sadece ölmek istiyor. Eline pansuman yaptı. Sardı sarmaladı yarasını. Ah bir de kalbine yapabilseydi aynı şeyi. Beyaz zeminde hala kan izleri duruyordu. Bu cehennem onun küçük ofisiydi. Ve ofisinden cennete adım atabiliyordu. Bu minicik yerde bir bok yaptığı yoktu. Kapısında dandik bir "Avukat" tabelası vardı. Kimse bu tabelayı umursayıp yukarı çıkma zahmetinde bulunmazdı. O da uzadıkça uzayan saçma sapan nedenlerden dolayı açılmış davalarıyla ilgileniyordu bütün gün. Evi ile iş yeri aynıydı. Arka odada bir yatağı vardı hatta. Başını yastığına koyduğunda uyuyamadığı o lanet yatağı. Mutlu insanlar hemen uyuyabilir, yatak odasında sigara içilmez. Hergün hergün aynı bok. Geceleri severdi. Biran önce yatağa girmek istediğini fark etti. Şehrin sesleri yatarken bile kulağına geliyordu. Kırmızı, yaylarla birlikte hareket eden o tramvayın sesi kulağını okşuyordu. Şehir adeta ona masal okuyordu. Terastan gelen sesler duyduğuna yemin edebilirdi. Hemen fırladı ve terasa çıktı. Ona doğru bakan iki göz göreceğine emindi. Başını yine eğerek cennete girdi. Ve evet ona bakan iki göz vardı. 

-Kimsin sen ?! 

-Benim...
-Sen ? 
-Benim, sen ! 
-Bu mümkün değil ! Kimsin sen ?! 
-Senim ! 
-Bu imkans...
-Değil ! Ben senin şeytanınım... O içinde beslediğin küçük yumurcak benim ! Beni seviyordun hani ne oldu ?! benimle yüzleşmek mi incitti seni ?! Ne sanıyorsun sen kendini ?! 
-Defooooool ! 
-Ben senim ! Gidersem ölürsün. 
-Durma ! 
-Ne bok yiyeceksin ben olmazsam ?! 
-İMDAAAAAAAAT 
-Seni kimse duyamaz.
-Aaaaaaaaaaaaa ! 
-Boşuna çırpınma yıkılıyorsun...
-YARDIM EDİN ! tfen...
-Öleceksin ! 
-İstemiyorum ! 

Boğazına yapışmış iki el hissetti. O, onu itiyordu. O da onu. Çırpındı. Hayatı için son kez savaşmak istedi. İMDAT ! Duyan yok... Kendiyle savaşıyordu. Çığlıklar atarak ellerini saçlarına geçirip geçirip çekiyordu. Çığlık çığlığa bütün şehri inletiyordu. Ama kimse oralı değildi .Gözyaşları süzülüyordu. Rüzgar canını yakıyordu... İMDA......

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder