26 Temmuz 2013 Cuma

Sevgili Sevgisiz için...

Aynı bedende sıkışıp kalmış iki ruh vardı onun için...
Yine kendini yalnız hissettiği dakikalar içerisindeydi. Etrafında onlarca insan vardı ama yalnızdı işte. Nasıl hissediyordu bilmiyordu. Hisleri birbirine karışmıştı artık. Ne birini sevebiliyordu ne de güvenebiliyordu artık, yorulmuştu. Yorgun adımlarla dışarı çıktı. Dışarı adım atmasıyla sigarasını yakması bir oldu. Yaşamın düğüm olup çözülemediği dakikalarda, gözyaşları sessizce akardı. Ve tam da bu dakikalar içerisindeydi. Gözyaşlarını kimse görmezdi çoğu kez. Sessiz çığlıklar ata ata ağlardı. Çok yoruluyordu artık yaşamaktan. Belki de beceremiyordu yaşamayı. Günler, haftalar , aylar, yıllar... Hep ellerinde ufalanıp gitmişti. Bir şeyi düzeltse diğer şeyde patlak veriyordu hayatı. Bunun böyle olmasından artık bıkmıştı. Ve artık kendi hayatı umrunda değildi. Yaşamayı bile beceremezken bir şeylerin ters gidip gitmemesi açıkçası çok da umrunda değildi. Ne zaman mutluluğun tadını doya doya çıkarsa bir bokluk çıkıyordu zaten. Bu yüzden uzun zamandır mutlu değildi. Bu yüzden hayatını uzun zamandır diken üzerinde yaşıyordu. Mutlu olması gereken zamanlarda bir adım geride kalıyordu. "Ya bir şey olursa ?.." deyip mutluluğunun tadını hiç çıkaramıyordu. Boktan bir hayatı olduğunu farkına varmak onu üzüyordu. Çünkü diğer insanlar mutlu olması gereken zamanlarda mutlu, üzgün olmaları gereken zamanlarda üzgünlerdi. Çünkü diğer insanlar bir şekilde mutlu olabiliyordu. Onun mutluluğu adam akıllı birkaç gün sürmüyordu bile. Buna rağmen hayatına hiç küsmedi. Asla vazgeçmedi. Ve asla yenik düşmedi. Kendisine göre çok yaşam tecrübesi yoktu. Ama yaşadıklarına dayanarak söyleyebilirdi ki çoğu insandan, hatta etrafındaki herkesten daha çok yaşam tecrübesi vardı. Çünkü o yaşamdaki bütün duygulardan biraz biraz tatmıştı. Çünkü o, ne olursa olmuş hep gülmüştü. İçi kan ağlarken bile hiçbir şeyi bozuntuya vermemişti. Bunu çoğu zaman yine karşısındakileri düşündüğü için yapmıştı. Bunu, beni seven insan beni böyle görürse üzülürler, diye yapmıştı. Ve bunu çok az kendi için yapmıştı. "Güçlü olayım ki bana zarar gelmesin..." dediği zamanlar çok azdı. Kendinin dertleri ona yetmezmiş gibi en sıkıntılı olduğu zamanlarda bile sevdiklerini yüz üstü bırakmamak için, onlarla konuşup dertleri bile dinlemişti. Dinler de. Hala yaptığı şeyler arasında yer alır bu. Kendine, kendisi için çok az zaman ayırırdı. Kendisini düşünmezdi. Ve buna rağmen ona bencil diyenler bile olmuştu. faka o, buna rağmen yılmamış, yıkılmamış ve hep dimdik ayaktaydı. Herkesin ortak bir hem fikri vardı : Çok güzel güldüğü. Ama o, asla bunun böyle olmadığını düşünürdü. Çünkü çoğu zaman gülüşü sahteydi. Ve ona göre sahte olan her şey çirkindi. Güzel olamazdı. Kendisi de çirkindi. Dış görünüş olarak değil. İçi çirkindi onun. Çünkü asla duyguları hakkında doğru olanı söylememişti kimseye. Onu bu saatten sonra değiştirebilecek bir şey yoktu. Çoğu kez intihar etmeyi düşünmüştü.Kendi için düşündüğü tek şey buydu belki. Ama yine etrafındakileri düşündüğü için yapamamıştı. Aklından geçen ölüm senaryolarını bir kumpanya kumbarasına atıp duruyordu. Kendine uygulayamadığı çok şey vardı. Hatta ölümünün yanlışlıkla olmuş gibi göstermeyi bile düşündü. Gaz kaçağı, elektrik çarpması, araba kazası... Bunlar hep olabilecek şeylerdi. Ölmek aklında hiç gitmeyecek olarak kazınmış bir fikirdi. O, öleceğini bilerek yaşardı ama ölümü bekleyerek yaşamazdı. Bu yüzdendi bu kadar pozitif oluşu belki de. Siktir edin. Pozitif falan değil. O kadar çok yalandan ibaretti ki duyguları, bu duygulara kendi bile inanır olmuştu. Ara sıra durup "Ya ben buysam ?" dediği bile oluyordu. Etrafındaki insanlardan kendi hakkında çok olumlu şey duyuyordu. Bu yüzden insanlardan nefret ediyordu. Çünkü insanlar doğruyu söylemiyordu ona. Ama bu insanların suçu değildi ki. İnsanlara tanıttığı Benayla, kendi arasında çok fark vardı. Bu yüzden insanlar kendisini değil, Benay'ı eleştiriyorlar, Benayla arkadaş oluyorlardı. Ama asla kendisiyle değil. Kendisini o bile kaybetmiş, artık o da benay'ın kölesi olma yolunda nlara tanıttığı Benay ilerliyordu. Ama o, Benay değildi.En azından insanlara tanıttığı Benay değildi. İçindeki çok daha farklı biriydi. İçindekini kimse tanımıyordu. Tanıyamazdı da kimse. Çünkü kimseye göstermemişti onu. Bir ara aklından herkesi birbirine düşürüp herkesin ondan nefret etmesini sağlamak da gelmişti. Ama yine o lanet olası etrafındaki insanları düşündüğü için bunu da yapamamıştı. Sevse de sevmese de etrafındaki insanlara "Senden nefret ediyorum." deyip kendinden nefret ettirmeyi bile düşünmüştü. Tabii ki dört dörtlük değildi. Tabii ki onu sevmeyen insanlar da vardı. Olacaktı gayet tabii o zaman, onun için hayat daha da iğrenç olurdu. Ondan nefret eden insanları biliyordu. En azından az çok tahmin ediyordu. Ama kin tutmak onun yapısında yoktu. Ne zaman can acıtıcı bir plan yapsa mutlaka başlamadan bitirirdi. İçindeki şeytan bile iyi niyetliydi. Böyle yaşamak onun çok canını sıkıyordu. Ağlamaktan da gülmekten de çok sıkılmıştı. Hoş ikisini de uzun zamandır yapamıyordu. Uzun zamandır adam akıllı bir şey hissetmiyordu ki. Sigarasının elini yakmasıyla bütün bu düşüncelerinden uyandı. Dalıp gittiği sonsuzluktan sıyırdı kendini. Etrafında çok insan vardı, onu seven en azından sevdiğini söyleyen. Ama yalnızdı. Halden de anlaşılacağı gibi. Dışarı çıkalı tam iki saat olmuştu. Ve o iki saattir yolun götürdüğü yere kadar yürümüştü. Yürümeye devam ediyordu. Ama bu sefer sigarasını bitirmiş ve düşüncelerini durdurmuştu. Toprak kokusu... Hemen öne eğdiği başını kaldırdı ve havaya baktı. yağmur, yağmıyordu. Gözlerinden süzülen neydi o zaman ? O yağmurlu günlerde ağlardı bir tek. Ve evet, yanılmamıştı. Hafif hafif yağan bu yağmur, ağlaması için yeterliydi. Gökyüzünden süzülen damlalar, gökyüzünü narince delip, aşağıya iniyordu. Omuzlarına, üstüne, ellerine, kollarına her yerine isabet eden küçük küçük damlalar vardı. İki sıra kaldırım vardı. Soldakinden yürüyordu. Çünkü kaldırım hizası boyunca ağaçlar vardı. Ve bu ağaçların rüzgarla dans ederken çıkardığı sesler, onu büyülemeye yetiyordu. Yürümeye devam etti. Düşünmeden yürüyordu. Sadece yürüyordu. Öylece. Boş boş. Evine gitmek istemiyordu. rüzgarı pek sevmezdi. Yağmura aşıktı. Yağmur, rüzgarla geldiğinde yağmura kızardı. Yağmuru ölmesini isterdi o zaman. Mecburiyetten evine geldi. Ona bağırıp çağıran annesini veya babasını hiç umursamadan odasına geçti. Bilgisayarını açtı, Bloguna girdi. İçinde beslediği nefreti kusmalıydı. Birkaç satır bir şey karalamalıydı en azından. Ölümü düşünmeden edemiyordu. Çaresiz olduğu zamanlarda tek düşündüğü şey her zaman ölümdü. Kendini sakinleştirmeye çalıştı. Hayatı boyunca kimse onun yaşadıklarını yaşamayacaktı, biliyordu. Belki durumu ondan çok daha kötü olanlar vardı. Belki durumu ondan bin kat daha iyi olanlar vardı. İnsanları önemsemeyi bıraktığı gün, yaşamayı öğrenecekti. Klavyesini kucağına aldı. Başkasının ağzından kendi hayatını anlatmaya başladı. Ne çok uzun ne çok kısa bir yazı yazdı. Ve yayınla butonuna bastı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder