8 Şubat 2013 Cuma

21. Kayıp


Gözünü açtı. Yine küçük bir "Lanet olsun." ile başladı güne. Köşesine çekildi. Dört duvar arasındaki sıkışmış düşüncelerini kontrol edemiyordu. Buraya düştüğünden beri doğru dürüst düşünemiyordu bile. Hayalleri kırılmıştı. Kalbi kırılmıştı. Hatta içine akıttığı gözyaşları yüzünden defalarca boğulmuştu. Duvarına gitti. Dördüncü beşliği tamamlamıştı. Ve tek bir tane daha çizgi attı duvara. Yirmi birinci kaybı gerçekleşmişti. Yirmi bir kez güneşi kaybetmişti, yağmuru, günü, gerçek olamayan hayallerini...Düşünmeye mecali yoktu. Tam yirmi bir gündür susuyordu bu yüzden. Kendi içinde kaybettiği onca şeyi görmezden geliyordu. Bu günün bir anlamı olmalıydı, olmak zorundaydı. Yirmi birinci gün bir şey ifade etmek zorundaydı. Henüz hava kararmamıştı bile. Karanlığın dibindeki hücresine geri döndü. Upuzun saçları sanki onu boğmak için vardı. Sanki onu boğmak için bu kadar uzundular. Oysa ki eşi çok severdi uzun saçı. O yüzden uzatmıştı saçlarını. Gardiyan usulca kadının hücresine yaklaştı. En azından içeriden dışarıdaki sesler usulcaymış gibi duyuluyordu. "İnatçısını gördüm. Ama senin gibisi ilk.Tebrik ederim. Kaç gündür susuyorsun ? Yazık. " dedi gülerek gardiyan. Ardından bir kahkaha da patlattı. Kadın saçlarıyla sanki kulaklarını tıkamış gibi duymazlıktan geldi.




 Kararı kesindi. Bu gece bitecekti her şey. Sona ermeliydi bu eziyet. Bitmeliydi artık. Hücresindeki köşesine geri döndü. Kendini düşünmek için zorladı. Özgürlüğünde bıraktıklarını düşündü önce. Eşini, canından çok sevdiği çocuğunu, ailesini, arkadaşlarını... Hepsini düşündü. Sonra suskunluğunu bozdu. Ve bir çığlık attı. Böylesi bu hapishanede hiç duyulmamıştı. İpince bir sesle uzun süreli bir çığlık. Gardiyanlar hemen başına üşüştü. "Ne oluyor ? Neler oluyor ? İyice kafayı yedi bu." diye sesler hücresinin önünde yankılanıyordu. Kapısını açtılar. Kapının açılan bölümünde "21.Gün Hatırası" yazıyordu. Gardiyanlar kadının yerdeki bedenine baktılar. Ölmüş olamazdı. Bunu asla beceremezdi çünkü hiçbir mahkum. Her mahkum gibi o da boşu boşuna yatıyordu içeride. Hiçbir suç işlememişti o da. "Eroin" denilen o zehrin kaçakçılığını yapıyordu. Alıp satıyordu. Bağımlılığını herkesten gizlemişti. Henüz yirmi yedi yaşındaydı. Beş senedir bu işin içindeydi. Beş senedir hiç yakalanmamıştı. Yirmi bir gün dayanmıştı o zehir olmadan. Düşünceleri bu yüzden her dakika bulanıktı. Ve yirmi birinci günde o büyük krizi geçirmişti işte. Bunun olacağını biliyordu. Ama daha uzun süre dayanmayı ümit ediyordu. Olmadı. Gözünü leş gibi ve karanlık bir revirde açtı. Işık cehennemi bile karartacak kadar çoktu. Hiçbir şey yapamayacak haldeydi. Odada kimse yoktu. Unutulmuş gibiydi. Kendini hiç zorlamadığı kadar zorladı. Yattığı ve çarşafının desenleri pislikten olan yatağından kalktı. Gözüne daha yataktayken kestirdiği neşteri eline aldı. Bileklerini paramparça etti. Son kalan gücüyle kanıyla yere "Yirmi Birinci Gün Hatırası" yazdı. Ve pis bir gülücük işareti. Sonra daha fazla dayanamadı. Yere yığılan bedenindeki ruhunun aynası olan gözleri dünyaya son bir bakış attıktan sonra kapandı. Gardiyan, ve uyduruktan görev yapan hemşire odaya girdiklerinde şok olmuş gibi gözleri yuvalarından fırlamıştı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder